26 Aralık 2009 Cumartesi

Bilge adamın yeni kitabı

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano için 'dünyanın vicdanı' tanımını kullanmıştı bir kaç hafta önce Radikal Kitap. İşte o vicdan, dile gelmiş yine, harika metinler ortaya koymuş, ne olup olmadığımıza dair. Sel Yayınları'ndan çıkan Galeano'nun yeni kitabı Aynalar'ı ilk haftasında aldım ve dün bitirdim.
Kitap, Madrid'de 2000 yılında sergilenen 'Canavarlar ve Hayali varlıklar' adlı gravür sergisinde çeşitli yaratıklarla bezenmiş. Sayfaların içinde minik minik fink atıyor bu çizimler. Ve ilginç bir tad oluyor kitabı okurken.

Galeano, o kendine has metin gücüyle yine genelde yarım sayfayı aşmayan kısa metinlerle bir bütüne ulaşıyor. Adem Peygamber'den başlayıp soykırımlar, dinler, diller, insanlar, efsaneler, haksızlıklar, büyük insanlar, spor, sanat, müzik, neredeyse yaşamın içindeki her uca dokunuyor.

Rastgele seçtiğim bir tane yazıyı alıyorum buraya, nasıldır bilin diye...

Marketing
Yirmili yılların sonlarında bir reklam şu haberi davul çalarak duyurdu: Siz uçabilirsiniz! Kurşunlu benzinle daha süratli gidilebiliyordu ve hayatta diğerlerlerinden daha hızlı gidenler kazanıyordu. Afişlerde kaplumbağa hızında giden bir arabanın içindeki utanç duyan çocuk görülüyordu: Hadi baba, herkes seni geçiyor!

Kurşun katkılı benzin Birleşik Devletler'de icat edildi ve reklam bombardımanıyla birlikte bütün dünyaya Birleşik Devletler tarafından dayatıldı. 1986'da bu ülkenin hükümeti, onu nihayet yasaklamaya karar verdiğinde, o güne kadar gezegen üzerinde zehirlenmeye maruz kalan kurbanların sayısını hesaplamak imkansızdı. Şurası bir gerçek ki, kurşunlu benzinin yılda beş bin Birleşik Devletler vatandaşını öldürdüğü ve altmış yıl boyunca milyonlarca çocuğun sinir sistemine ve akıl düzeyine zarar verdiği herkesçe biliniyordu.

Bu durumun baş suçluları General Motors'un üst düzey yöneticileri Charles Kettering ve Alfred Sloan'dı. Ancak bu beyler tarihe hayırsever olarak geçtiler, çünkü büyük bir hastane yaptırdılar.

22 Aralık 2009 Salı

Şeriat lafazanı

20 Aralık, İstanbul. Odada dört kişiyiz. Ben ve 'kahraman' rumuzlu şahıs, yan yana... İki tanık daha. Hızlı konuşma yetisi üst düzeyde olan bir kimse, kahraman. Sanki az sonra kendisini öldürmeye geleceklermiş de diyecekleri içinde kalacakmış gibi, bilgisini/diyeceklerini/mesajlarını bir çırpıda, hızla ve en gereksiz ayrıntılarına varıncaya kadar dinleyeninin beynine işlemeyi, zaman zaman fütursuzca olsa da daima bir şevkle yapıyor.

Kahraman, temelde dini büsbütün bir kardeşimizdir. Pek böyle değildi ama, hep ufak da olsa bir hınçla doluydu, inançsıza, kafire, gavura. Ama görmeyeli iki yılı aşkın zaman olmuş. Bu süre içinde Vakit gazetesinde köşe yazan fikir babalarına taş çıkaracak pek faideli bilgiler edinivermiş ve basbayağı bir cihat bayrağı altında 200 kişilik güruh toplayacak kıvamda hissediyor kendisini.

Allah bana okkayla sabr-ı cemil ihsan etmiş. Bunu çok daha net hissettim o gün, şükür. Aşağıdaki inciler, kahramanın dudakları arasında besmelesiz savrulurken iki saat boyunca, 'la havle'yi içten çekip gaza gelmedim ya, daha da pek az koşulda 'tutmayın lan beni' hissiyatına girerim. Kesin.

Dindar hayatına yıllarca müdahale edilmenin ağzına kadar doldurduğu kahramanın dillendirdiği beni dehşetlere salan fikir ve zikirlerinden bazı örnekler:

- Yılbaşı bu yıl cuma gecesine denk gelmiyor mu, deli oluyorum birader. Allahsızlar içecek mübarek cuma gecesi. (Fikir geliyor karşıdan 'Devlet dediğin iki gün sonraya alacak yılbaşı kutlamasını. Cumartesi'ye. 'Olur mu öyle şey?' diyorum. 'Olur. Suudi Arabistan'da yılbaşı mı var? Bak bakalım?' cevabı geliyor. Bu cevap üzerine söylenecek tek bir harf yok yeryüzünde. Susulur...

- (Bana dönerek) Wikipedia mı? Ona mı giriyorsun bir şey ararken. Ben de bazen bakıyorum. Ama Yahudilerinmiş o site! (Böyle bir istihbarat uydurulur mu, uydurulur. Ama uyduran insanın g.tünü gerçekten merak ediyorum. Nasıl bir g.t öyle...)

- Otobüste geliyorum geçen gün eve. 15-16 yaşında iki öğrenci. Liseli. Sarılmışlar otobüste. Bu ne ya? Vurucaksın ağzına yüzüne. Şerefsiz çocuklarına hiç mi terbiye verilmiyor?

- Yemen'de sorun çıkarıyor şimdi ABD'de. Kafir çocukları Irak'tan doymadılar. Şimdi Suudi Arabistan ile Yemen'i birbirine düşürüyor. Müslümanı müslümana kırdırıyorlar işte. (Doğruluğunu sorgulamıyorum, ama dikkatinizi çekerim; kırdırıyorlar. Varsayalım böyle - ki ABD'nin bu konuda sabıkasından herkes haberdar - din kardeşlerimizin en ufak bir hatası yok. Onlar hiç gerizekalılık yapmıyorlar.)

- İran'da Ahmedinecad da ABD'nin adamı abi. O da ılımlı. Molla falan göründüğüne bakma. Dinle falan çok alakası yok. Ben İran'a gittiğimde orada İsfahan'lı bir çocuk vardı, onla konuştum. Hep danışıklı dövüş bunlar.

- Libya çok zengin abi. Yıllarca parayı kullanamamışlar. Şimdi uyanmışlar. Koca ülke 7 milyon nüfus var. Kaddafi şimdi sermaye çekiyor. Orada iş yapmak lazım. (Git, git de gör ebenin örekesini...)

Aklımda kalanlar bunlar. iki saat boyunca bir mevzu döndü anlatamam. Sanal dünyasında şeriatın izin verdiği ölçülerde her bir güncel olay fetvalandı, bilmeyenler aydınlatıldı.

Ben laik lafazanlardan saldırgan, saçmalayan, paranoyak ve hastalıklı olanlarına çok denk geldim. Ama görüyorum ki, dinci cephedekilerdekiler de boş durmamış, zırva ve tahammülsüzlük konusunda bir hayli yol almışlar.

İki grup da üstün yapıştıcı baliyi çekmiş, kanatları takıp uçmuş. Hiç bir şey anlatmaya kalkmayın. Sakın.

18 Aralık 2009 Cuma

Kiribati: Bir ülkenin kıyameti


Dünyamız Detay'da (TRT Türk, 17 Aralık Perşembe akşam bülteni) gördüğüm bir haber içimi burktu. Öğrendim ki; küçükken merakla incelediğim dünya atlasındaki en minik noktalardan biri Kiribati, sular altında kalmaya yakınmış. Danimarka'da süren küresel ısınma konferansında gelişmekte olan ülkelerle G-7'ler arasında bir türlü anlaşma sağlanamazken, olanlar küçüklere oluyor. Filler oynaşırken, çimenler eziliyor.

Kiribati, Avustralya'nın kuzey doğu açığında Büyük Okyanus'ta yer alan bir mercan ada devleti. 100 binin biraz üzerinde nüfusa sahip ve yalnızca 30 yıl önce Birleşik Kralllık'tan bağımsızlığını kazanmış bir şirin ülke. Ülkede 4 bin telefon var, tek bir TV kanalı, bir de çoğu çiftçilikle geçinmeye çalışan fakir ama onurlu insanlar.

Küresel ısınma sonucu su seviyesinin yükselmesi ile dünyadan silinecek ilk ülke hesaplamalara göre Kiribati olacak. Çünkü bu ülkenin en yüksek noktası 4 metre. Yani neredeyse tamamı deniz seviyesinde. Halkı toplu göçü kabul etmek zorunda. Vatanlarını terk edeceklerini ülkenin Cumhurbaşkanı'nın ağzından duyuyoruz programda... 'Hazırlanıyoruz' diyor Cumhurbaşkanı Anote Tong, 'Yakın gelecekte facia yaşamamak için yaşayacak bir yer bulmalıyız'...

Kopenhag'daki konferansta özel bir oturuma konu olan ve 11 kişilik bir delegasyonla sesini duyurmaya çalışan Kiribati'nin sesi maalesef bu kadar çıkıyor işte.

100 bin kişi kalkacak, yakındaki büyük Avustralya'nın kapısını çalacak bir gece ansızın. 'Bizi kabul eder misiniz?' diyecek, 'Eşikte de yatarız. Ne iş olsa yaparız.'

Acı olan, tüm anılar ve yaşanmışlıklar mercan adalarıyla birlikte büyük okyanusun yüzlerce metre derinliğine gömülecek. Torunlara denizin dibi gösterilecek ziyaretlerde...

----
Merak edenler için bu küçük ülkeyle ilgili ansiklopedik bilgiler aşağıdaki linkte.... Bir ekleme daha: Yerel halk ülkenin adını 'Kiribas' diye okuyor, Kiribati değil. Takımadaların ismi, en büyük parça Gilberts'ten geliyor.
KIRIBATI - Ülke istatistikleri (İngilizce)

Küresel ısınmanın Kiribati'ye etkileriyle ilgili hükümetin kurduğu web sitesi:
CLIMATE CHANGE IN KIRIBATI

17 Aralık 2009 Perşembe

Bu tarza bir ad bulalım: Altaylesk

Habertürk TV'nin TV haberciliğinde yeni bir soluk olacağını düşünenler, bir parça yanıldı. Orta-popülist, haber formatından sıkılan Türkiye için daha renkli ve 'zirve' BBC'den ziyade daha bir 'halka inen' bir enformasyon kanalı yaratıldı. Bir ihtiyaç mıdır? Kesinlikle. İnsanların haber yelpazesinin genişlemesi için popüler işlere de gerek duyuyoruz.

Zaten reyting ölçümüne girmesi, devamlı 'en çok izlenmeye' vurgu yapması, anlasın-anlamasın her konuyu sürekli ekranda duran alt bandıyla halka danışması (popülist yayıncılığın bir numaralı göstergelerinden biridir), akşam kuşağını Hülya Avşar'a teslim etmesi Habertürk'ün popüler habercilik politikasının işaretleri.

Ancak bu popüler yayıncılık zaman zaman ciddi boyutta sapmalara ve rahatsız edici 'reyting azgınlığını' dışa vuran seçimlere sebep oluyor, bende ciddi bir bayağılık hissiyatı yaratıyor bu, itiraf edeyim.

Amiral Fatih Altaylı'nın böyle bir tarzı olduğunu ciddi ciddi düşünmeye başladım artık. Bu resmen adamın bir politikası gibi. Sıkıştıkça Zekeriya Beyaz, Haydar Dümen, Yaşar Nuri Öztürk ve bilumum 'reyting kurtarıcısı' kişiliklerden medet ummak. Hatta Berlusconi'yle yatmaktan başka hiç bir özelliği olmayan bir kadınla özel program yapmak.

Kanal yayına başladığında iki günde bir ekrana çıkan Yaşar Nuri Öztürk ile yollar ayrıldı. Ama tarz sürüyor. Bol reaksiyon olacağı garantisiyle Ali Rıza Hoca'nın İslami cinsel yaşam üzerine haftalık vaaz (dikkat buyurunuz, bir haber kanalının 20.00-22.00 kuşağından bahsediyoruz!) dinletilerine mecbur bırakılan izleyiciye, çeşitlilik olarak Haydar Dümen'in püsürmüş önerileri, Zekeriya Beyaz'ın absürd fetvaları, ya da sakalı yere değen atraksiyonel hocafendi Cübbeli Ahmet Ünlü'den inciler dizip seyirciyi şaşırtıvermek...

Ahmet Ünlü'nün kendisiyle ilgili bir mevzu olur, çıkarıp konuşturursun. Herkesin söz hakkı vardır elbet. Ama adamı her ay bir kez konuk edip de aylık 'Ulusa va'z-ü nasihat' yaparsan, ortalık leş gibi reyting kokusundan geçilmez. Saygınlık gider, ciddiyet gider.

O yola girmek kolay. Yaparsın bir 'Erman Toroğluvari konuklar' listesi, sırayla her akşam birini alırsın. Çok daha heyecan verir izleyene. Bol mevzu, bol kavga, bol gürültü, bol sürpriz, bol reyting... Habertürk TV de büyür böylece. Büyür, büyür, ve daha da büyür.

Bu akşam en çok izlenen saatte damdan düşer gibi Masonluk tartışması görünce aklıma geldi bunu yazmak. Her gün, derin dondurucudaki temcit pilavlarından birini ısıtılıp önümüze koymayın. Aklıma hep 28 Şubat dönemindeki Medyum Memiş, Ali Kalkancı gibi garip tiplerin olduğu programlar geliyor. Sahi, onları da mı Fatih Abimiz teke tek alıyordu?

10 Aralık 2009 Perşembe

Özensiz habercilik

NTVMSNBC, sık girdiğim bir site değil artık. Ama Türkiye'yle ilgili bir haber bakacaksam, tıklarım. Bursa'daki grizu faciası haberiyle ilgili girdim bu gece. Habere baktım, sitenin sağına soluna göz gezdirirken, çok özensiz bir iş dikkatimi çekti spor sayfalarında.

Bugün İstanbul'da başlayan Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası ile ilgili Türk sporcularından gelen haberler sıralanmış başlıklar halinde. Hepsini bir haberde toplamak daha mantıklı ya; o ayrı. Tercih meselesi, adamlar ayrı haberle fazladan tık hedeflemiş olabilir. Tamam.

Ama be abicim hepsini 'elendi' başlığıyla vermek sıkılmaktan mıdır, aceleden midir, gözden kaçma/dikkatsizlik midir, nedir gözünüzü seveyim? Neden başlıklara özen gösterilmez? Başlık haberi satan öğe değil mi a benim canlarım?

9 Aralık 2009 Çarşamba

De Botton


Alain de Botton. Son okuduğum kitabın İsviçreli yazarı. Adamın Türkiye'de kalın bir kitlesi varmış meğerse, biz bilmiyormuşuz. Yazıkmış.

Türkiye'deki okurlarının ilgisinden dolayı orjinalinden önce Kasım 2008'de Türkçe'de ilk baskısını yapan 'Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı'nı bitirdim. Çok keyifli bir dil ile, ilk bakışta 'sıkıntı veren' bu kitabı hayli eğlenceli hale getirmiş. Kitap, bir takım farklı meslekler özelinde çalışma ve üretmenin üzerine kafa yoran ilginç bir kitap. 300 sayfalık kitap, Richard Baker'ın 100'ün üzerinde siyah beyaz fotoğrafıyla bezenip, ayrı bir sanat icra edilmiş.

Kitabın içinde incelenen meslekler şunlar: Kargo gemisi gözleme, Lojistik, bisküvi yapımı, kariyer danışmanlığı, roket bilimi, ressamlık, aktarım mühendisliği, muhasebecilik, girişimcilik ve havacılık.

Kitaba nokta koyan şu cümleler içine dair bir fikir damlatır:

İşimiz hiç olmazsa bizim aklımızı başka yere çeker, bize mükemmellik umutlarımızı yeşerteceğimiz harika bir sabun köpüğü sağlar, ölçüsüz endişelerimizi nispeten daha küçük çaplı ve başarılabilir bir kaç amaca yoğunlaştırır, bize üstünlük duygusu verir, saygıdeğer bir şekilde yorar bizi, masaya yemek koyar. Bizi daha büyük dertlerden uzak tutar.

6 Aralık 2009 Pazar

Sporda inovasyon


Geride bırakmaya hazırlandığımız 2009'un spor pazarlama alanındaki en önemli kahramanı, ağustos ayında Berlin'deki Dünya Atletizm Şampiyonası'nın maskotu Berlino idi kuşkusuz. Bir mite dönüşen Berlino, şampiyonanın yıldızı Usain Bolt'u da etkilemiş ve tişörtündeki mesaja da konu olmuştu, hatırlanacağı üzere...

Bununla birlikte iki muhteşem icattan bahsetmek istiyorum size. Sporu pazarlamak için yalnızca kural değişiklikleri, sansasyonlar ya da yıldız isimler kullanılmıyor. Artık mekanlar da ön plana çıkmaya başladı. Gerçi bu işe çok para akıtan sponsorların etkisi biraz işin rengini kaçırsa da, ortaya çıkan iş, kalite açısından genelde iyi oluyor, bunu kabul edelim.

İlk örneği geçen hafta ATP Dünya Turu finallerinde görmüştük. Sezonun en iyi 8 tenisçisini bir araya getiren organizasyon, 17 bin kişilik salonda bu kez tam bir görsel şova dönüştü. Mavinin tonlarının kullanıldığı bir bilgisayar oyunu gibi tasarlanan turnuva, ışık oyunları ve grafiklerle tam anlamıyla bir görsel şova dönüştü. Bunun sonucunda da son yılların en çok ilgi gören tenis organizasyonlarından biri ortaya çıktı.

Bir diğerine Prof. Dr. Uğur Erdener'in başkanı olduğu FITA (Uluslararası Okçuluk Federasyonu) imza attı geçtiğimiz aylarda. Eylül ayında yapılan Dünya Kupası'nın son ayağı Kopenhag'ın kent merkezindeki ünlü Nyhavn Kanalı'nda düzenlendi. Klasik yeşil arazi okçuluğunun dışındaki bu uygulama ile hem yerel halkın ilgisi arttı ve eşsiz bir tanıtım fırsatı doğdu, hem - çoğu türk şirketleri olan - sponsorlar bayram etti, hem de sporcular için harika bir deneyim oldu. Öyle sanıyorum ki resimler, demek istediklerimi çok iyi anlatıyor.

Bazen, işleri rutinden çıkarmak monotonluğu giderir. Yeter ki iş su üstünde basketbol oynatmaya falan gitmesin, sporseverler olarak bu gibi yeniliklere her zaman açığız. Tebrik ederiz.

1 Aralık 2009 Salı

Bir ustayı hatırlamak

'Neymiş' isimli köşesini tam 52 yıl yazan Cumhuriyet'in eski spor müdürü duayen Abdülkadir Yücelman'ın vefat ettiği bugünde, bir başka duayen ile ilgili çok güzel bir kaynak buldum. Yaklaşık iki yıl önce aramızdan ayrılan Cüneyt E. Koryürek hakkında yapılmış çok kapsamlı bir web sitesi. İlgilenenlerin hayli hoşuna gideceğini düşündüğüm bu siteye bakmanızı tavsiye ederim. Hazırlayanların eline sağlık...

www.cuneytkoryurek.com

28 Kasım 2009 Cumartesi

Tek sayfa analiz

Dünyanın en etkili dergilerinden The Economist, bu hafta Barack Obama'yı 'Sessiz Amerikalı' olarak kapağa taşımış. Derginin kapak konusu, 11'inci sayfasındaki tek sayfalık inceleme yazısıyla karşılığını bulurken, büyük beklentilerle göreve gelen Amerikan Başkanı'nın geride kalan görev süresinde dış politikada elini masaya vuramaması üzerine bir 'uyarı' yazısı yazılmış.

Önceki dönemde George W.Bush'un olur olmaz herşeye müdahalesiyle hareket kazanan Amerikan etkinliğini sakinliğe ihtiyacı olduğu vurgulanan yazıda, söz konusu 'sakinliğin' böyle bir duruma tekabül etmediği belirtiliyor.

Editoryal yazı, bir görev hatırlatması ve uyarıyla bitiyor:

Obama'nın İran'ı nükleer programını müzakere için sene sonuna kadar baskı yapması, Rusya ile nükleer bağlantıyı kesmesi, Filistinliler ve Netanyahu'yu görüşmeye ikna etmesi, Karzai ve Pakistan'a Afganistan'ın yönetim istikrarına kavuşabileceğinin gösterilmesi gerekiyor. Kısa vadede bunlar olmazsa, Obama boş işler peşinde koşan ve zayıf politika sahibi olarak damgalanacak. Ve şu unutulmaz demecini de kendi kendine tehlikeye sokacak: Kurallar bağlayıcı olmalı. Şiddet cezalandırılmalı. Ve kelimeler yeni şeyler anlatmalı.

26 Kasım 2009 Perşembe

Haydiiiii


Almanlar coşmuş. Ülkenin en çok satan gazetesi Bild'in Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann ile dalga geçmek için ezeli rakipleri haline gelen Tageszeitung Gazetesi, 6 katlı binasına özel bir heykel yaptırdı. Heykelde, Diekmann'ın 6 metrelik penisinin ucuna bir de kobra ekleyen Tageszeitung yönetimi, ayrıca Bild'in asparagaslarından da bir kaç seçme yapıp binayı grafiti duvarına çevirdi.

Yoldan gelip geçenin 100 metreden bile rahatlıkla dikkatini çekeceği şekilde tasarlanan bu yeni aksesuara, Bild yayın yönetmeni Diekmann, 'Henüz son sözümüzü söylemedik' diye cevap vermiş. Buna nasıl bir söz söylenecek, açıkçası merak ediyoruz. Bizde de Hıncal'ın bıngılını sallandırmasınlar bi yerlerden aşağıya!

Haberin ayrıntıları, enteresan haberler sitesi habercrombie.com'da.

Fotoğrafa bak, ölüver...



Emmanuel Coupe
deklanşöre basmış cennette, huriler yanında gezinirken. Sonra dünyaya inmiş faniler için; cennet katalogu kartpostalı basmış...

Bu inanılmaz manzara, İskoçya'nın kuzeyinde Skye Adası'nda çekildi. 'Yılın En İyi Yeryüzü Fotoğrafları' yarışmasında birinci sırada yer alan bu çalışma, Fransız fotoğrafçı Emmanuel Coupe'ye 10 bin pound ödül kazandırmış.

Coupe, eğitimini Yunanistan'da almış bir fotoğraf sanatçısı. Paris ve Atina'da yaşıyor. İşi manzara fotoğrafları çekmek ve bugüne kadar pek çok ünlü katalog ile takvim çekimini gerçekleştirmiş.

Kataloglarını incelemenizi tavsiye ederim. Yalnız parmaklarınıza dikkat. Isırmayın.

COUPE KATALOG

Katsayı sorunu

Meslek liselerinin üniversiteye girişteki katsayı uygulamasının kaldırılması, emekliliğinde dahi kendisini yüce Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasına adayan büyük hukuk adamı Sabih Kanadoğlu'nun yol göstermesiyle Danıştay tarafından durduruldu.

1997'de bir darbe ürünü olarak literatüre giren katsayı uygulaması, İHL'lerin genişlemesini engellemek için tüm meslek liselerini bir kazana tıkarak altına odunu basmıştı. Uygulamanın sona ermesi olumlu bir gelişme olsa da, bu iki kutuplu ortamda çok ileri gitmeyeceği açıktı. Netekim Sabih Baba 'Olmaz' dedi, birileri de 'Emredersiniz üstad' deyip uygulamayı durdurdu. Tam da 1997'de İHL'den mezun olmuş biri olarak, bu yasak kapsamına girmekten günler farkıyla kurtulmuştum zamanında. Ama ardımdan aynı okuldan kimse İlahiyat dışında bir bölüme gidemedi büyük ihtimalle.

Benim bu konuya bakışım biraz farklı. Katsayı uygulaması tabii ki kategori itibariyle bir engel/yasak/zorlama olduğu için kalkmalı. Ortada bir sınav var ve buraya birilerinin dezavantajlı başlatmak, en basit anlamıyla bir eşitlik ihlali. Ayrıca, uygulamayı savunanların (mesela bugün Nur serter pek bir sevindirik olmuş şekilde konuyu mikrofonlara değerlendiriyordu) açıkça dillendirmediği, 'ne münasebet efendim?' deyip geçiştirdiği, ama çok bariz bir şekilde İHL'leri cezalandırmak için alınan bu karar, Turizm'deki ya da Endüstri Meslek'teki öğrencilere de kesik atıyor.

Bir taraftan da hep şunu savundum. 'Oğlum/kızım dindar yetişsin, ama doktor olsun' mantığıyla bir sürü insanın çocuğunu İHL'ye gönderip bu okulların bir meslek lisesi olmaktan çıkmasının önüne geçilmeli. Bu şekilde anti-demokratik bir uygulamayla değil tabii. Şu anda ülkede ihtiyaç fazlası İHL'nin varlığı, kim ne derse desin bence çok ihtiyacımız olan (Cumaya gidipte hutbelerde imamların zaman zaman neler saçmaladıklarını dinleyenleriniz varsa ne demek istediğimi anlarlar) nitelikli din adamı yetişmesinin önünde ciddi engel olduğu gibi, bu okullarda verilen eğitim kalitesinin bayağılaşmasına yol açıyor.

Bu dengeyi sağlamanın en iyi yolu, siyasi nedenlerle açılan fazla İHL'leri kapatmak. Örneğin, Samsun'da benim okuduğum Merkez İHL'de Anadolu Lisesi de içinde olmak üzere 5000'i aşkın öğrenci varken, Çarşamba, Terme ve Bafra gibi üç ilçede de İHL bulunuyordu. Anlayın fazlalığı.

Çözüm, belli başlı merkezlerde akademik açıdan da iyileştirilecek merkez okulların kalması, diğerlerinin kapatılmasından yana bence. Ayrıca 'imam olamayacakları' çok açık olan kız çocuklarının da bu okullara verilmesi, apayrı bir açmaz. (Bu arada aynı Danıştay'ın 1976'da daha önce erkek lisesi olan bu okullara kız çocuklarının gitmesinin yolunu açtığını ekleyeyim.)

Sorun, pek çok konuyla ilintili tabii. Zorunlu din dersleri, laik sistemde devletin din eğitimi verip veremeyeceği, Kuran kursları, Anadolu'daki tutucu insanların okula göndermedikleri kız çocuklarını okutmaları için sebep yaratmak gibi. Ama bu apayrı bir analiz konusu.

Benim YÖK'üm, senin YÖK'ün

Size şimdi gazetelerin ne kadar tarafgir davrandığına dair net bir örnek aktaracağım. Nasıl Ergenekon haberlerinde olaylar sündürülerek veriliyorsa, kendi doğrularının da zaman içinde değiştiğine bir örnek bu.

1980'lerden bu yana, siyasi yelpazenin her köşesi için belki de tek ortak düşman: YÖK. Sağcısı da, solcusu da darbe kalıntısı YÖK'ün eğitim bağımsızlığının önünde önemli bir engel olduğu konusunda birleşir. Galiba 'birleşirdi' demek gerekecek bundan böyle. Zira, tıpkı zamanında başörtüsü yasağını koyduğunda Kemal Gürüz ve Alemdaroğlu'na arka çıkan yayınlar yapan Cumhuriyet gibi, şimdi de haksız atamalar konusunda bakıyoruz muhafazakar gazetelerde çıt yok.

Söz konusu haber, pazartesi akşamüstü ajanstaydı. Zaman'ın web sitesinde son dakika menüsünde olduğu şekliyle iki cümlelik hali şöyle:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Davut Aydın'ı atadı. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden yapılan yazılı açıklamada, Gül'ün, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğüne, Anayasanın 130'uncu ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 13'üncü maddeleri uyarınca, Yükseköğretim Kurulunun önerdiği adaylar arasından Prof. Dr. Davut Aydın'ı atadığı bildirildi.

Haberi bu şekilde vermek, en hafif tabiriyle 'tarafgirlik'. Neyi, kimden, ne için saklamaya çalışıyorsunuz?

Eleştirilerin odağı, YÖK'ün daha önce kendi başkanı, hatta Cumhurbaşkanı Gül tarafından da eleştirilen, liste uygulaması. Rektörlük seçimlerindeki sonuçların YÖK tarafından Cumhurbaşkanına kendi sıralamasıyla sunma keyfiyeti ve Cumhurbaşkanı'nın kafasına göre seçim yapabilme özgürlüğü çok ciddi marazlara gebe. Bu yüzden 'yasakçı zihniyet lideri' eski Akdeniz Üniversitesi Rektörü Mustafa Apaydın, Gül tarafından en çok oyu almasına karşın geri çevrilmişti. Adam, seçimde Belediye Başkanı adayı oldu Antalya'da, koydu yüzde 45 oyu.

Anadolu Üniversitesi'ndeki durum şu: 26 Ekim'de yapılan rektörlük seçiminde mevcut rektör Fevzi Sürmeli 334, Hasan Mandal 295, Davut Aydın 96, Ahmet Tuncan 28 oy aldı. YÖK, listenin başına seçimde üçüncü sırada bulunan Aydın'ı koydu. Cumhurbaşkanı da bu ismi atadı.

Prof. Sürmeli, üç katı fazla oy almasına karşın gerekçesiz bir şekilde atanmaması demokratik açıdan bir sorun. Zaman (ki 860 bin tirajıyla gazete satış raporunun birinci sırasında görünüyor) konuyu hiç irdelenmemesi, hatta yok sayılmasına ne denmeli? Salı ve Çarşamba günkü nüshalarında tek bir satır yok. Sadece web sitesindeki son dakika notuyla geçiştirilmiş. Hiç suya sabuna dokunmadan.

Bu fersah fersah siyasete batmış, yaşlı Kanadoğlu güdümündeki hukuk sistemine rağmen YÖK - pek mümkün görünmüyor ya - başörtülü kızlara hak ettikleri üniversite yolunu açsa, Türkiye'nin kutsal kurumları arasında mı ilan edilecek? Zaman gazetesinin, bu durumda YÖK'ü anında 'cennetten çıkma' ilan edip alnından öpeceği çok açık.

Bu konuda son söz: YÖK, çağdaş eğitimin önünde bir engeldir. Derhal dağıtılmalı. Bizim YÖK, sizin YÖK olmaz. Hayatta olmaz.

17 Kasım 2009 Salı

Hızır Yıldırım

Büyük Türkçe üstadı (e-yazıt dilinde böyle kullanınca sanki dalga geçer gibi oluyor, kelimeleri de sündürdük argoyla yarabbim. Hayır bu kez bire bir anlamıyla kullanıyorum büyüklüğü!) Yıldırım Türker, sirkatin söyleyen Onur Öymen'i yazmış Radikal'deki köşesinde. Hiç bilgim olmadığı konu, bu kısa yazıyla bile tüylerimi ürpertmeye yetti. Özellikle de Seyit Rıza'nın yaşının 57'ye düşürülmesi ayrıntısı...

Yıldırım Türker'den muhteşem bir yazı daha. Ağlatır. Üstada saygılarımızı sunarız. Ellerin dert görmesin.

Bu arada, nasıl bir yalan içinde yaşıyoruz. Bugün şöyle bir etrafıma sordum. Kimsenin doğru düzgün bilgisi yok konuda. Resmi tarihin arkasında neler var üzeri yaprak olmuş, kimbilir...

15 Kasım 2009 Pazar

Yanlış adam doğru yaparsa

Türkiye'nin kangren sorunlarından birisi üzerine atılan adımlarla çalkalanıyor ülke son günlerde. Kürt meselesi üzerine AKP hükümetinin attığı adım - saçma sapan mevzularda kutuplaşma konusunda eline sıcak su dökülemeyecek ülkede aksini beklemiyorduk zaten - yine iki kutuplu evren yarattı. İllet olduğum fersah-milliyetçi cephe ile 'sayın' Bahçeli'nin elinden ekmeğini kapmak için yarışa giren, ha gayret aynı cepheye nefer olan, solculukla pamuk ipliği bağını 'hars' diye eliyle bir çırpıda parçalayan Deniz Beyler, muhteşem bir seçim malzemesi yakalamanın ağız sululuğunda 'Kartal gol gol gol!' politikası güdüyorlar yandaş mevzilerde.

Diğer yanda - Star gazetesi yalakalığına kaçmadan tabii ki - Erdoğan'ın doğrusunu desteklemekten neden imtina edelim? Adamın hiç mi doğrusu yok?

Evet, doğru. Onbinlerce insan katleden Saddam şubesi Sudan diktatörü Ömer El Beşir için 'Yapmaz kardeşim, ben gittim gördüm' dedi; kendisinin Gazze tepkisi ile yanyana koyulduğunda şekilli dansöz Asena'dan daha kıvırtak figüre kaçan demecini gördük bu Başbakan'ın. Ergenekon'da yargı sürecine düpedüz 'ayar çeken' demeçlerini, TBMM Başkanı'na 'Adamın asabını bozma' zılgıtını, hatta - çoğu insan alkış tuttu - ama benim hala yanlış bulduğum Davos'taki 'Daha da Davos'a gelmem' dellenmesini gördük. Yeni rant kapısı 3. köprüye, 20 yıl önce elinde megafon karşı çıkarken, şimdi yol açmasını izledik. Deniz Feneri'nin üzerine gidilmemesi, ve daha bilumum Türkiye'nin Başbakanı teranelerine karşı yuvarladık terbiyesiz laflarımızı.

İyi de, demokratik açılım hangi aklı başında, at gözlüksüz insanın 'Haşa, sümme haşa! Memleketi bölüyorlar' diye tepki vereceği bir durumdur? Bu ülkede silahtan vızıldayarak çıkan milyonlarca mermi ve koca bir coğrafyada leylak kokusu yerine genizlere çekilen barut kokusu neyi çözdü?

Karşı çıkan güruha soralım. Tamam, açılım maçılım yok, daaalın lan. Tamam. Eee? Neyi çözdük? 2043 yılındayız. Hala TSK ile PKK türevi (VKK, ZKK...) varlıklarla mücadele halinde olmayacak mı? Bitecek mi yani terör?

Ama niyet o kadar net ki. Çarşaf açılımı neyse, bundan da pay çıkarma aynı doğrultuda. Ve tüm analistlerin üzerinde durduğu noktaya yüzde yüz katılıyorum: Bu 'toptan retçi' politika ile hem CHP'nin, hem de MHP'nin oyu önemli ölçüde artar.

Kürtçe duyduğunda deliren adamlar var bu ülkede. Faydacı yaklaşırsan, bulunmaz bir nimet bu açılım mevzusu. CHP de bu nimetten popülizmin ağa babasını yaparak faydalanmayı seçti. Solculukla, sosyal değerlerle, özgürlükle ilgisi dahi olmayan tavrı benimsedi: Aşırı sağ ile at yarışına girdi. Zaten sol parti falan değildi, şimdi iyice 'Ceddin deden, neslin baban' kıvamına geldi.

Bizzat 1989'da Kürt raporu yayınlayan partiden, şimdi kurmay düzeyinde 'Dersim'den dersini çıkaran' demeçler geliyor. Sağ kanattan AKP, siyasi çöküntüye uğrama pahasına etnik milliyetçiliğin karşısına basbayağı solcu bir özgürlük politikasıyla dikiliyor. Ne günlere galdık hancıbaşı. Ver ordan bir kımız...

Sağlam gazeteci abimiz Alper Görmüş, geçenlerde söylemişti bir programda. 'Artık siyasette asla rakibin doğrusu olmayan bir noktaya gelindi. Bu çok ciddi bir açmaz. Halkı da bölen siyasilerin bu tavrı diye'... Aynen öyle. Yatılan mevziye göre 'karşı taraf' bellemek ve o ne yapıyorsa 'ondan gelecek iyilik gelmez olsun'cu olmak.

Aferim, aferim çocuum. Devam edin böyle. Bir b.ku da el birliğiyle çözmeyin zaten.

13 Kasım 2009 Cuma

Eskici'den: Ünlü


Tesadüfen Ünlü'yü buldum dün internette. 90'ların sonunda çıkardıkları albümle hatırladığımız Ünlü'yü. Şanı büyük Ünlü, beni yeniden radyo günlerime taşıdı. 10 yıl önce radyoda neredeyse her programda Ünlü çalanlar (mesela biri Esra Aksu'ydu) aklıma geldi.

Hayat, hızlı ve akıcı. Her yıl onbinlerce mesaj ve yenilikle çevreleniyor insan. Hafızanın kapasitesi de belli, dolayısıyla bir çok 'eskiyen mal' atılıyor derinliklere, köreliyor orada. Hatırlatıcıyla karşılaşınca da bir tuhaf oluyor insan; özellikle de çağrışım yapan bir hatırlatıcıysa.

Ünlü, unutulmaması gereken bir grup. Yeniden şöyle bir dinledim şarkılarını. Klas. Çok başarılı.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Yıkılan duvar


9 Kasım 1989, Berlin. Avrupa'yı ortadan ikiye bölen duvarın yerle bir olduğu tarih. Almanya'nın birleşmesinin önündeki en önemli fiziki engel ortadan kalktı ve sonrasında Avrupa'nın entegrasyonu hızlandı.

9 Kasım 2009, Berlin. Aradan 20 yıl geçti. O günlerde duvardan idealist bir Doğu Alman olarak Batı'ya ilerleyen Angela Merkel, şimdi birleşik ülkenin Başbakanı.

Alman gazetelerinde iki üç gündür harika haberler, çok iyi manşetler hazırlanmış, 20 yıl mevzusuyla ilgili olarak. Bild gazetesi, diğer gazetelere iki sayfalık reklam vermiş örneğin; Helmut Kohl, Mikhail Gorbaçov ve George Bush'un el yazısı mesajlarının olduğu bir ilan. 'BILD - Dir Deine Meinung' (size fikir verir) spotuyla çıkmış ve üç liderin bugünkü halleriyle poz verdikleri çok çarpıcı bir fotoğraf.

Die Welt'in pazar günkü kapağı güzeldi. Kasımda bir gün (Ein Tag im November) manşetiyle çıkan gazetenin manşet fotoğrafı, Berlin duvarından kalan bir parçaya çıkmaya çalışan iki turistin resmiydi. Ama Die Tageszeitung'un manşetindeki Paul Langrock fotoğrafı çok daha keyifliydi. Karede, duvarın üzerindeki polis genç bir vatandaşının dostane bir ifadeyle uzattığı Die Tageszeitung'u alıyor.

8 Kasım 2009 Pazar

Mallık teraneleri

Habertürk'te yayınlanan Tarihin Arka Odası'nda ilginç bir konuk vardı. Atatürk'ün amcasının torunu olduğunu yakın zamanda ispat eden Yurdum Söğütlügil isimli bir zat konuk oldu programa. İlgi çekici bir sohbet oldu. Adam bugüne kadar bu konuda sağda solda çok fazla konuyu dillendirmemiş olmasıyla büyük bir övgüyü de hak ediyor ayrıca.

Ama programın her hafta Murat Bardakçı'yı dellendiren 'malak izleyicileri' yine iş başındaydı. 'Atatürk'ü küçük düşürmeye ne hakkınız var?', 'Vay efendim bugüne kadar niye ortaya çıkmamış, böyle ipsiz sapsız adamların ne işi varmış ekranda?', 'Madem amcaoğluymuş, niye Atatürk diyormuş' gibi mallıkta sınır tanımayan izleyici e-postaları okudu Bardakçı. La havle, la havleeee.

Bu insanlar, ülkenin kurucusu Atatürk hakkında tek bir film çekilmeyen ülkede, bir eksiklik gideren ve iyi/kötü bir belgesel çeken Atatürkçülüğünden sual olunmaz Can Dündar'a, filminin ismini hakaret amacıyla 'MUSTAFA' koydu diye dava açan avukatla aynı kapta değerlendirilmeli herhalde.

Bu kafa, gericiliğin/tutuculuğun dik alası değil de nedir?

31 Ekim 2009 Cumartesi

Unutulan ucuz numaralar

1990'ların başı. Deli gibi ansiklopedi kaynıyor ortalık. Herkes bir ansiklopedi veriyor. Gazeteler arasında 'Aslını biz veriyoruz, yalan demeyin i.neleeer!' türünden birbirine sataşmalar gırla gidiyor. Ama ne savaş! O zamanlar sıklıkla başvurulan numaralardan biri. Gülümsetsin bizi.

Rıdvan, Okan, Recep (dahiyane mantık, üç büyükten birer oyuncu. Yoksam diğeri alınır) ... Ellerinde Sabah ile poz vermişler. Ve de ne demişler tahmin edin: Bu kadar mükemmel bir eseri ancak Sabah verir.

Recep, elinde makas kupon kesmeye başlamış. Süper günlerdi, süper.

Voleybol haberinin değişimi

Voleybol, eskiden beri gazetelerin sayfalarında çokça yer bulan bir dal. Futbol ve basketbol sonrasında rahatlıkla üçüncü sırada olduğu söyleyebiliriz. Şimdi de nispeten - özellikle bayanlar ligi - sıklıkla sayfalarda yer alıyor. Ama bu 'hakkıyla yapılıyor' anlamına gelmiyor tabii. Eskiden basbayağı maç raporu yazılan voleybolda, şimdi artık çoğunlukla 'kutu', bazen AA'dan gelen yıldız tabloyla 'daya gitsin' mantığı işliyor.

Geçenlerde Habertürk'te voleybol maçlarında smaç, servis hatası, blok gibi fazladan istatistiklerini görmüştüm. Murat Ağca'ya sorduğumda kendisinin voleybol federasyonuna istatistik birimi oluşturduğu için böyle yayınladığını söylemişti. Bireysel bir istek yani. Federasyon ne kadar önemsiyor, onu bilemeyeceğim.

Eskilerde gezerken aldığım iki kupürü koyayım buraya da görün. 'Salonda da Gerginlik' başlıklı olanı, 1988'in şubat ayında şampiyonluk için çekişen Sönmez Filament ve Galatasaray maçı haberi. Tercüman'dan Altuğ Gürer'in haberi, yaklaşık 2000 vuruşluj ayrıntılı bir analiz barındırdığı gibi, şimdilerle hiç uygulanmayan set gelişimi verilmiş. Oysa ki, meraklı okur için ne güzel bir ayrıntıdır.


'Eczacı, Sönmez Filament'i eritti' başlıklı haber de, 1986'nın Aralık ayından. Yine Tercüman gazetesi. Bu kez basketbol istatistiği gibi tablo yapılmış. Muhteşem bir işçilik.


Şimdi, istatatistikler resmi olarak tutuluyor ve isteyen web sitesinden de alabiliyor. Ama gazetelerin editörlerindeki/yayın yönetimlerindeki zihniyet, 1980'lerin de gerisinde olduğu için set skorlarını verdikleri kısa metinle geçiştiriyorlar. Bırakalım lig maçlarını, Arkas'ın Avrupa Kupası finalinde dahi..

Kırık not

Samsunspor'un taraftar grubundan aldığım bir karne örneği. Arkadaşın eğitim yılı değerlendirmesini yapan sınıf öğretmeninin artık burnundan gelmiş...

'Zayıf olan derslerine en az Samsunspor'a verdiğin kadar önem verirsen, seni iyi bir Anadolu Lisesi'nde görebiliriz.'

Bingo!

İki saat sonra başlayacak olan yayınıma yetişmek için Sarıyer-Beşiktaş arası çalışan sarı levhalı minibüsteyim. Akşam trafiği araya girmesin diye 16.20 gibi çıkmıştım evden.

Saat 16.45 civarı. Ön koltuk boşalınca gençten bir kızcağızın yanına oturdum. Kendisi telaşlı. 'Hufff. Geç kaldım işte. Fff.' deyip duruyor. Elimde bir kitap var. Yolda malak gibi sağa sola bakmayı sevmediğim - ve de yolum değerli bir 45 dakikamı aldığı - için genelde okuyacak bir şeyler alırım yanıma, öyle çıkarım.

Çok ilginç bir sahne yaşandı o an minibüste; bir film senaryosuna zekice yedirilecek 'hin' bir fikriyat gibiydi. Paylaşmak istedim.

Okuduğum mükemmel cümleleri kolay bulma adına çizdiğim kitabımda gördüğüm cümleyi çizmek için çantaya elimi attığım anda, gençten kızcağız da çantasını arakladı. Ben turkuaz renkli iz bırakan keçeliyle şu cümleyi çizerken, arkadaş da eş zamanlı olarak bir çırpıda çıkardığı ayna ve rujuyla burnunun altının kırmızıyla üzerinden geçmekteydi:

'Türkiye toplumundaki, 'yabancı'ya karşı oluşmuş kendiğinden engel ve tavır budur: önce dışlama ve garipseme, tanıma gereğini duymama. Bu tavır, kendiliğinden veya manipülasyonla (şimdi olduğu gibi) düşmanlığa dönüştürülebilir.'

Cümlenin içinde geçtiği 'Ahmet Mithat'tan Tevfik Fikret'e' yazısındaki edebiyat bahsinden ve bu arkadaşın hal-i pür melalinden bağımsız olarak, aynı anda çizilen büyük yazar Murat Belge'nin cümlesi ve bir dudak. Bir Coen Biraderler sahnesi gibi eleştirel, ironik ve komikti.

Bir an, aklıma yaptığım 40'lı liste gelmedi değil tabi. Yine de tanımadığım birinin günahını almayayım. :) Durduk yerde cinsiyetçiliğin lüzumu yok.

27 Ekim 2009 Salı

Newsweek: En iyiler, en kötüler

Newsweek geçen hafta bir yaşını doldurdu. İyi de oldu. Yıl boyunca harika işler gördük kendilerinden, tebrikler ettik bizatihi. Aklıma geldi, indirdim rafımdaki Newsweek'leri, baktım 52'nin 49'u var ben de... En iyi ve en kötü kapakları seçtim. İş çıkardım kendi kendime. E-yazıtımım seçkin takipçileri eğlensin diye. En iyi kapaklar şöyle kiii:



Sayı 21 - İslami Burjuvazi olur mu? Zenginleştikçe laikleşiyorlar Serhat Gürpınar'ın kapak illüstrasyonu haftalarca övgü aldı.

Sayı 8 - 700 Euro Kuşağı: Eğitimli genç işsizler dünyayı sarsmaya Atina'dan başladı Yunanistan'daki işsizlik isyanı üzerine ufuk açan süper bir araştırma.

Sayı 33 - Yazıyoor, Basındaki dönüşümü yazıyor - Gazetelerdeki kutuplaşmanın 9 yıllık aritmetiği
Naçizane bu insanın da ilgilendiği konu, kapak olmuş. Ve muhteşem olmuş.

Sayı 6 - CHP hamlesinin perde arkası Yerel seçim öncesi çok tartışılan çarşaf açılımıyla ilgili derin araştırma, provokatif kapak

Sayı 27 - Kürt Hamas'ı mı? - Güneydoğu'da Hizbullah, Gülen ve DTP ile karşı karşıya Çok enteresan bir perspektif, sade ama sağlam kapak resmiyle sunulmuş.

Sayı 25 - Bu adamlar nereye bakıyor? Seçim sonrası, seçimin çok konuşulan 4 siyasetçisini 'siyasete yeni yön verecek liderler' analiziyle sunan başarılı analizin kapağı.

Yeri gelmişken, en kötü kapakları da seçelim.


Sayı 28 - Salgın kapıda
İyi güzel de, ilgi çekelim diye tiksinç bir kapak yapmak gerekmezdi.

Sayı 17 - Yaza Karantina mı? - Ekonomik kriz, milyonlarca insanın sağlığını bozacak.
Bu kapakla kimse okumaz.

Sayı 43 - 6 kelimede Öcalan ne dese beğenirsiniz? Fantazi de fantazi. Kimle yatmak istersiniz tadında. Vasat.

Şimdi de etlisi çıktı


Yemek yapmaya vaktim olmadığında hızla koşarak 'Ben burdayım' diyen şanlı konserve, çeşitleniyor. Fasülye yemeğinin şimdi de etlisi çıkmış. Süper. Bakkal hatırlattı, aldım. Bakalım nasılmış?

Yurt konservenin etli fasülyesi. Tatmaya değer. Barbunyası rezalet. Kuru fasülyesi iyi. Etlinin notunu da verelim bakalım.

Serdar Turgut'u kollayın gençler

Akşam'da çalışan bir arkadaşım vardı. Bir iki yıl önce, Serdar Turgut'un kafayı sıyırmış olduğunu söyler dururdu. Çok tanıdığım biri olmadığı için ilgilenmezdim bu laflarla. 1990'larda Hürriyet'teki köşesinden hatırlardım bu şahsı, gözlüklü bir zattı. Okuduğumu falan hiç sanmıyorum. Unutmuşum gitmiş. Akşam'da da 'sade bir yazara' dönüştü galiba, o yüzden hiç bilmiyorum.

Rojin'le ilgili ileri-geri laflar etmiş. 'Dağa kaldırıp seks kölesi yaparım' falan demiş kıza. Allah Allah, nedir ne değildir diye bir bakayım yazıya deyip, kendisinin 'ölmediğini' anladım. Ayrıca, ne ölmesi bilader? Ne yazdığı, ne anlattığı belli değil. Anladığım kadarıyla üstad Charles Bukowski'nin köşe yazanı olmaya kalmış, ama hiç olmamış. Hatta benzetmek bile ustaya saygısızlık olur. Bence. Sizi bilmem. Bakın bi:

Akşam, 24 Ekim 2009: PKK teröristi olmadığıma pişmanım


Konuyla ilgili bu yazıdaki saçmalıkları dışında, bir kaç yazısına daha baktım, bana Hilal Cebeci'nin ilgi çekme çabaları tadında geldi. Her cümle içinde, medyadan birilerine çakmak için, kelimeleri eğip, büken, kusmuklu yazılar. Nasıl tasvir edebilirim bilmiyorum ya...

Ya Hürriyet'teki her sabah yüzünü yıkayıp faşizme sürekli sert selamlar çakan İzmirli Babacan'la sıkı bir rekabete girmeyi düşlüyor, ya da çok ciddi klinik bir vaka haline gelmiş. Allah çevresindekilere sabır versin. Bu kadar ciddi sorunları olan birinin intihar etmesinden korkulur. Servistekilere çağrı: Mukayyet olun. İnsandır. Etmesin, eylemesin.

25 Ekim 2009 Pazar

Taraftar ambiansı

Bugün Fenerbahçe-Galatasaray maçı var. Televizyonlar için bulunmaz nimet. Körükle Allah körükle: gelsin reklam... İtirazımız yok, Allah daha çok versin.

NTV'de Sergen Yalçın ve Ercan Taner, derbi öncesi programındalar. Saat 16.40 civarı Kadıköy'e bağlanıldı. Emek Ege, elinde mikrofon, taraftarların arasında durumu özetlemeye çalıştı. Ancak üç dakika konuşabildi. Zira arkadaki güruh, ufak hareketlenmelerden sonra 'Ananı dikeceğiz Galatasaray' yanık türküsünü koro halinde dillendirmeye başlayınca, cart diye kesip stüdyoya döndük.

Daha önce de bu mevzu aklıma geliyordu. Salya-sümük Türk futbol seyircisinin neyine güvenerek (nasıl bir cesaretle) aralarından yayına bağlanılıyor, çözemiyorum. Evet, kabul ediyorum, maç atmosferini yansıtmak için zaten orada bulunuluyor. Ama rastgele fanatik bir taraftar grubunun içinden yayın yapmak ne kadar doğru? Alimallah, Ege'ye saldıran, elindekini alıp bağıran çağıran da çıkabilir. Gerçi sadece Türk seyircisi değil, İspanya'da kadın futbol muhabirine canlı yayındaki 'tecavüz girişimini' hatırlayın.

Bence stadın güvenlikli bölgesinde taraftarın hemen arkada, (5-10 metre veya daha uzakta) bulunacağı bir platform ile, aynı atmosfer çok daha etkili ve güvenli olarak yaratılabilir. Hem de muhabir dışında ekrana 'mööö' diye bakan 30 çift göz, el sallayanlar, cep telefonu ile kombine ederek bedava video-fon hizmeti kullanan magandalar ve tabii ki böyle iş kazalarından kurtulmuş oluruz. Fena mı?

Bu hata nasıl yapılır?

Taraf gazetesi, 'NTV haklı, biz haksızız' diye bir yazı ile özür dilemiş. Özür dilemek medyada büyük puntolarla görmediğimiz bir davranıştır genelde. İyi de Taraf böyle basit bir hatayı nasıl yapar? Benim anlamadığım burası.

Olayı, Bağış'ın (Erten) söylemesiyle gördüm. Bir gün sonra. Mevzu şu: Taraf'ın manşetten verdiği haberde, Muhsin Yazıcıoğlu'nun öldüğü helikopter kazasının olduğu gün uçakta bulunların cep telefonlarının 295 kez arandığını ve uçak havadayken yapılan bu aramaların düşmeye sebep olacağı belirtiliyor ve NTV'den bu aramaların hesabı soruluyordu.

İyi de, böyle bir komplo-haberin kendisi biraz 'ucuz habercilik' değil mi? Taraf gibi ciddi bir gazete nasıl böyle bir ucuz haberi manşete çeker, anlamak zor. Yani NTV'nin işi gücü yok da, telefonla bir siyasi liderin helikopterini mi düşürecekti?

Zaten haberde, 'uçağın düştüğü haberinden tam bir saat önce başladığı' ifadesini görünce benim aklıma gelen ilk nokta, kayıtlardaki saatin 'Orta Avrupa Saati' olabileceği oldu. Hemen. Belki de, bizim de çalışmalarımızın (Eurosport'ta programımız Orta Avrupa Saati'ne göre) sürekli bir saat ileriden takip etmekten dolayı.

Açıklama TİB'den (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) geldi: Kayıtlar, NTV'nin hizmet aldığı şirketten dolayı GMT (Başlangıç saati, Türkiye'den iki saat geri) olarak görünüyor.

Taraf'ın siciline yazılacak, es geçilmeyecek kadar önemli bir hata. Basit bir fikir yürütme eksikliği yüzünden.

23 Ekim 2009 Cuma

Simple English


Basit İngilizce. 1990'ın Nisan'ında Tercüman'da yayınlanan bir ilan. O zamanlar ingilizce bilen de az tabii. Vaay Yücevardar abi, helal olsun, İngilizce ilan vermişsin havası var abinin muhtemelen. 'You also can write to me' ayrıca.

Bir de, naçizane bir fikir, şu başlık daha doğru olmaz mı hocam:

Dou You Think internationally?

Mustafa Topaloğlu'nun Barack Obama'ya söylediği 'Welcome to Presidency' şarkısı hesabı olmuş biraz bu ilan. Ama güzel. Sevimli.

Söz hakkı


Gazetecilik mesleğinin ön kavramlarından birisi, tarafsızlık ve her görüşe söz hakkı vermek. Özellikle baskın seslerin ve görüşlerin olduğu ülkelerde sesi kısık olanların da fikrini beyan etmesini sağlamak. Sistematik olursa propagandaya girer, dolayısıyla bunun ince çizgisini iyi sezmek gerekir.

Dünyanın en açık toplumu ve medyasına sahip İngiltere'de son günlerde ateşli bir tartışması var. BNP Lideri Nick Griffin'in BBC'deki Question Time programına çıkacak olması. Bu akşam, BBC'de yayınlanacak olan prestijli açık oturum programına katılacak Griffin, ülkenin giderek büyüyen neo-nazi siyasi partisi British Nationalist Party'nin lideri. Şimdilik tehdit unsuru gibi görünmese de, 2006'da Barking ve Dagenham'da 12 yerel meclis üyesi seçtiren BNP, Mayıs 2008'de de 5.2 oy alan Richard Barnbrook ile Londra Şehir Meclisi'ne giren ilk aşırı sağcı üye oldu.

Beyaz ırk faşizminin öncüsü Ku Klux Klan ile yakın teması bulunan BNP'nin ivme kazanması, İngiltere toplumunu da harekete geçirdi. Bir sürü eylem yapılarak, Nazilere ekranın kapatılması çağrıları tekrarlanıyor. Ancak bu konuda BBC'nin net bir açıklaması var: Griffin'in konuşmasını engellemek sansür olur. Bu da bizim görevimiz değil. Madem çıkmasını istemiyorlar, o zaman hükümet yasa değişikliği yapsın.

Ülkenin en aykırı sesi, ülkede yasa güvencesi altında. BBC, postayı koyuyor. Siz bize nasıl program yapacağımızı söyleyemezsiniz. (İbrahim Şahin'in, bırakın Tayyip Erdoğan'ı, soyadı aynı Mehmet Ali Şahin'e benzer bir laf söylediğini düşünsenize. Şanlı BBC, şanlı...)

Nick Griffin, bildiğin faşist. Observer'da geçen pazar yayınlanan mükemmel analize göre, idolleri arasında siyahi olmasına karşın sağlam bir faşist olan Louis Farrakhan da var. Hatta gençken Yahudiler'e karşı sözlerinden dolayı Ayetullah Humeyni'yi de desteklemiş. Müslümanlar, Asyalılar, Yahudiler'e karşı çok sert bir söylemi var. Politikalarından başlıcaları şöyle:

- Avrupalı olmayanlarla Britanyalılar'ın entegrasyonuna set çekmek.
- Göçmenleri geri almaları için yabancı ülkelere yardım desteği vermek.
- İş yasalarındaki ırkçılara karşı olan yasaklamaları kaldırmak.
- Her eve bir silah olmasını yasal hale getirmek.
- Afganistan'daki Britanya birliklerini derhal geri çekip, bunu sağlayan politikacıları mahkemeye yollamak.
- 1948 öncesindeki beyaz Britanya toplumunu yeniden oluşturmak için gerekli yasal değişiklikleri yapmak.


Gördüğünüz gibi abi, Nick 'The Adolf' Griffin. Ama söyleyecek sözü var, ve BBC'de konuşacak. Kimse de karışamaz. Bizdeki versiyonu Bay Osman Pamukoğlu da geçen Habertürk'te konuşmuştu. Bizdeki neo-faşistlerin ekrana çıkması çok daha kolay. İleride miyiz İngiltere'den? O biraz tartışmalı.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Yılın sol kroşesi



Hakkı Devrim, dün akşam Kanal D ekranlarında ilk kez denk geldiğim Okan Bayülgen'in medya programında yılın lafını etti. Madonna ve Shakira'nın kliplerinin 'seks satar' mantığı uyarınca çok kötü kotarılmış işler olduğu konusunda Bayülgen'in fikrini olumlayan tüm konukları 'dinci/tutucu mantığa prim vermek, güzel olanı beğenmemek' ve bir anlamda sahtekarca davranmakla suçlayan Oray Eğin'e, iki koltuk yanında oturan Hakkı Devrim'in cevabı:

- Oray, amuda kalkmış da dünyayı seyrediyor gibi konuşuyorsun!

Efsanesiiiin Hakkı Bey! Bu nasıl bir laftır? Ve bir muhteşem ek daha:

- Bir kere Madonna güzel değil, iğrenç bir kadındır. Üstelik onu ilk gördüğümde ben de gençtim!!

Muhteşem. Muhteşem. Dokuz elli sekiz, dünya rekoru. Muhteşem.

Burcu'ya anti-serenad

Sevgili okurlar,

İçtenlikle söylüyorum: Bu sayfalarına bir ekşi sözlük havasının hakim olmasından hiç haz duymuyorum. Ağırlıkla Medya ve reklamcılık üzerine olan bu sayfalarda genelde olumlu ve güzel işlerden bahsetmeyi, ya da katkıda bulunmak için yapıcı eleştiriler üretmeyi planlayarak yola çıktım. Bu yüzden Show TV, Fox gibi (yazmaya kalksan saat başı malzeme bulacağın) mecraları hiç kaale dahi almıyorum. Genelde haber kanalları ve ciddi işlere ilgim var. O yüzden içerik de NTV, Habertürk, Milliyet, Zaman, TRT, ne bileyim, bu minvalde yoğunlaşıyor. Eleştirilerimin de genelde öneri içeren ve umutsuz vaka olmayan işlere yöneltiyorum.

Hiçbir şey üretmeden - ekşi sözlük gibi - açtım internet sayfasını aklıma geleni yazdım, küfrettim, 'oh olsun koydum çocuğu' işlerine kılım. Yemin ediyorum, hiç bir yazıyı bu düşünceyle yazmıyorum. Yazmak da istemiyorum. Emeğe saygım var, aptal yerine koyulmaya karşıyım sadece.

Girizgahı yapmamın sebebi, - boks eldivenlerimi hazırlayarak - girişmeye hazırlandığım spor 'sipikeri' Burcu Esmersoy'un yaptığı işlerden, herkesin hoşnut olmadığını ortaya koyarken, bunu bir politika haline getirmediğimi bilmenizi istememdir. Gönül ister ki, aşağıda örnekleri olduğu gibi iyi üretim yapanları övdüğümüz gibi bu kardeşimizi de övelim. Ama nerdee...


Ben güzel bulmuyorum - yarışma derecesi olduğuna göre vardır bir artısı bizim bilmediğimiz - ama yapacağı onca iş varken gelip de en azından benim tutkuyla yapmaya çalıştığım SPOR GAZETECİLİĞİ'ne çöreklenip (O'na da amenna, kimsenin ne yapacağına karar verme hakkımız yok), işi yapmaya başladıktan sonra arpa boyu yol almak için çaba dahi göstermeyen Burcucan'ın ekmeğinde gözüm yok. Ama Yiğiter Uluğ'un aylarca işsiz dolaştığı, pislik kokan Fener-Gassray yazıları yazıp, tutturdukları 25.50'lik iddaa kuponları manşet köşesindeki yeşil kutularda nal gibi anonslanan Nalkaponlar'ın meydanı doldurması, burama kadar geldi. Yeter ama.

Hiç izlemedim, ama her izleyenin bana 'Yazsana i.ne şu programı. Niye tırsıyorsun?' diye feveran ettiği Spor Aşkı'nın son üç dakikasına denk geldim. O da zaten telefonla oldu. Ağzı köpüklü bir dostum (Nasıl sövüyor anlatamam) 'Ulan bu Burcu'yu şimdi de yazmazsan, ne zaman yapacaksın? Bu ne mallıktır!' diye ünleyince, biraz baktım programa.

Dakka bir, gol bir. Program bitmiş, sondan üçüncü dakika, TV programlarında çok güzel kadına, ondan daha az güzel olan bir kadın tarafından yapılan sütlaç olmuş cümleyi duydum: (Voleybolcu Naz Aydemir'e söylüyor)

- Şimdi, çok hoş bir hanımefendisin. Çok da güzelsin. (Dikkat buyrun, şu iki kısa cümlenin peşpeşe dizilmiş olması ve buradaki anlamsal derinlik bir çok havuz probleminin sonucunu şıppanak diye çözüyor) Sanırım herkes aynı fikirdedir benimle.

Naz'dan sevimli bir gülücük. Sessizlik. Ercan Abi araya giriyor:

- Alkışlayalım. (isteksizce şak, şak, şak... Efektin sebebi, bir spor sohbet programı ambiansı yaratması için üniversitelerden bindirilen kıtalar)

Bir iki temenni, güzelim, güzelsin, çok süper program oldu geyiği, Sergen'den halisane niyetle sorulmuş bir soru. Sonrasında veda. Evet, bitti. Bir daha izlemem zaten. Ama zorla yönlendirildiğim ekranda, Burcu'yu çok kısa süre içinde dahi acıklı icraatiyle görmek deli etmeye yetti beni.

E be ablacım; (sahi, sen bir ara da futbol kitabı mı ne yazıcaktın, biriktiriyor musun birikimini? Damlaya damlaya göl olsun diye. Kaç metreküp oldu?)

Biraz çalış, didin, öğün (pardon; doğrusu 'övün' olmalı Yüce Atam, yüksek müsaadenizle), güven. Yalvarırım Burcucum, biraz oku, şımarma, gözüne bakan ve yalandan seni öven erkeklerin ağzından çıkan dizi dizi sahte övgülere itibar etme, kendini yukarıda görme (hakir de görme tabii). Spor sadece futbol değildir. Hadi eyvallah, boşver. Futbol olsun. Ama, zerre kadar geliş be insan çocuğu! Yalvarırım. Hayatımda ilk kez sevmediğim bir insana yalvarıyorum. Bak mucize yaratık insan, ne kadar esneyebiliyor yaşamda. Sen de insansın. Şekil alabilir, öğrenebilirsin. Lütfen.

Dün akşam, Okan Bayülgen'in Yekta Kopan'ın yüzüne karşı 'O Burcu mudur nedir' diye başlayan ve sert laflarına katılmakla birlikte, yine de senin adına üzüldüm. İnsana böyle saydırılması, hoş değil. Ama herşeyin bir ilki vardır. Unutma, bugüne kadar bazen hiç haketmediğin halde erkeklerden çok gereksiz övgüler de aldın. Onu dengelemeye say bunu.


Şimdi, müdür Fuat Abi (Akdağ), bunları okursa, anılar canlanacak aklında. Tanışmamız da 10 yıl önce onunla ilgili kendi web sitemde yazdığım keyifli (hafifçe şükela) notların, bir google aramasına takılmasıyla olmuştu. Servise Okay Karacan'ın yanına geldiğimde 'Ulan g.toş, dur bi bakiim, sen şu eleman değil misin?' demiş ve bana sonrasında 900 sayfalık ESPN'in 2000 yıllığını vermişti. Hala kütüphanemdedir. Sağolsun. Sonrasında bağlantımız koptu.

'Vay p.zemek. E harfi özürlü g.t, bizim kıza kendince saydırmış, ciddiye dahi almayın' diye aklından geçecek, eski mevzuyu hatırlayarak. E be Fuat Abi, eğer Burcu karşıma gelirse bir gün (gelmesin), şunlardan daha azını söylersem, dediğinde haklısın. Kaçak güreşmediğime emin ol.

Dostlar. Bir daha Burcu Esmersoy hakkında bir şey yazmak istemiyorum. Zorlamayın. Son olsun bu.

18 Ekim 2009 Pazar

Emesen-bii-siii


NTV'nin çatısı altındaki NTVMSNBC, 2000 yılından beri Türk internet haberciliğine yön veren haber sitelerinin başlıcası. Yalnız, şu yeni tasarım ve sınıflandırma sistemine bir türlü alışamadığım gibi, site görsel ve editoryal açıdan da giderek zayıflamaya başladı. Nedendir, pek çözebilmiş değilim.

Zaten son iki yılda sıklıkla ziyaret ettiğim bir adres olmaktan çıkmıştı. Bugün girdiğimde ise gözlerime inanamadım. Bir ana sayfa çıktı karşıma, neyin nerede olduğu belli değil. Manşetsiz bir ana sayfa. Bakar mısınız şuna, bu sayfanın manşeti nedir? Ayı saldırısı mı? Gül'ün açıklaması mı? Garip bir yerleşime sahip, sıcak olduğu için kısa bir süre için manşete çekildiği her halinden belli olan Fenerbahçe haberi mi?

İlk haber gibi görünen mantar toplayan adama saldıran ayı haberinin 'spot niyetine' yazılan tek cümlesi, 'acele işe karışan şeytanın' göstergesi: Yaşlı adam hayatını kaybetti.

Zaten doğru düzgün yapan yok şu işi, en düzgünü de yamulmasa bari temennimi yineliyorum.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Şunu yapmayın dostum

Haberi satmak için iyi başlık bulmak önemli bir meziyettir. Serviste havanız olur, haberinizi öne çıkarır, belki alt manşetten sürmanşete, hatta manşete çıkarır. Hatta kimi zaman haberin metninden daha önemli olur. Özellikle de birinci sayfaya çıkacaksa.

Ama şu ucuz işleri yapmayın, güzel arkadaşlarım. Tamam, halk gazetesisin sevgili Takvim, eyvallah. Yaptığın atlangoç, 'halkçı' (nasıl oluyorsa?), dobra, muzip üslup bu gazetelerin olmazsa olmazıdır. Ama bugün yaptığın, muziplik/yaratıcılık değil, düpedüz bel altı sokak edebiyatı. Anlıyor musun Tak? Yapma bunu. Yapma dostum.

İki tane ne idüğü belirsiz insan, 'Gördün mü la, napmış gaste! Helal ossun' diyecek diye şu seviyeye inmeyin. Bir alt çizgi edinin kendinize, lütfen.




Alın size gayet keyifli, muzip ve de cuk oturan bir başlık. Hazır konu açılmışken ekleyelim buraya.

16 Ekim 2009 Cuma

Marsel'e biyografi

ATP'nin oyuncular hakkında ayrıntılı bilgi veren oyuncu biyografi bölümünde Marsel İlhan içeriği genişlemeye devam ediyor. Marsel tanındıkça, bilgileri de yenileniyor.

Önce doğum yeri olan Semerkand'ın Türkiye değil, Özbekistan kenti olduğu bilgisi değiştirildi. Ardından resmi kondu. Şimdi de biyografi bölümüne kısa bir hayat geçmişi eklendi.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Hangi kadınlarla muhatap olunur/olunmaz? (*)

(*) Değerli dostum M.Donk'a ithaf...


Kalçasına bakarak kadın seçilmez. Kavun gibi koklayamazsın da. Bu işin bir raconu var. İşte size 40 maddede kadın yaratığının en iyisine kavuşma kılavuzu. Yüzde yüz objektiftir diyen yok, ama uygulama sonunda hayal kırıklığı yaratmaz, maraz doğmaz. Rahat olunuz. (Not: Analizde kullanılacak kitle, 18-30 yaş arasıdır. üstü ve altı, bu değerlendirme standartlarının kapsamı dışındadır.)

1. Beyaz taytıyla poposunun tüm kıvrımlarını ortaya çıkarmış hemcinsi, önünden geçtikten sonra senden daha uzun süreyle arkasından inceleyen kadın yaramaz. İncelemeyeni bul. (Kriter, adayın cinsel yöneliminden dolayı bir ayrımcılık yapmak için değil, kıskançlığını ortaya koyduğu için listeye dahil edilmiştir.)

2. Yaptığımız gözlemler sonrasında, kadın cinsinin genetik davranışlarından biri olan saç düzeltme hareketini her 90 saniyede bir tekrarlayan kadının, zeka gelişiminde sorunlu sınıfına dahil edilmesi gerektiğine kanaat getirdik. Bu kadınları kendi haline bırak, kısa saçlı ya da saçını sabah yapıp, rüzgara bırakanları tercih et.
(Teknik not - Saç düzeltme hareketi: Sağ elin ayasıyla, alna dökülen saçları geriye doğru ittirmeyle yerli yerine yerleştirdiğini ve görüş açısının maksimize edildiğine inanılan hareket, tavır ya da eda.)


3. Cümlesine 'Ay' ile başlayıp, tersi ('ya') ile bitiren ve üç cümlede ortalama bir kez 'yani' kullanan arkadaşı sal çayıra, kendine uygun birilerinin kucağına gitsin.

Örnek: Ay bugün Kerimler'i arayacaktım yaaa..

4. Otobüs tıkabasayken telefonu çaldığında;

a) 'Aslı, ay naber hayatım. Evet, eve gidiyorum. Sen?...' diye başlayan muhabbeti, faturasız hatlarda 86 kontörle - üstelik bu kampanya dönemlerinde! - fiyatlandıracak kadar uzatanlardansa; bir kaşık su hazırla.

b) 'Aslı, nasılsın canım, teşekkürler. Şimdi otobüsteyim. 15 dakika sonra ben seri arayayım mı?' diyen arkadaşlardansa; alnına eğil öp, hemen çıkma teklif et.


5. Erkekler spor muhabbeti yaparken, masada 'Ben de Fenerbahçeliyim. Emre'yi çok seviyorum' diyorsa, çaktırmadan diğer koltuğa kay. Spor muhabbetine katkısını tenis, voleybol ya da F-1 ile çeşitlendirebiliyorsa, gözünü dört aç.

6. Oturacak yer isterken veya ufak bir tartışma halinde 'Ben bayanım ama' tanımlamasını kullanmayanları tercih et.


7. Bakkalda ekmek alırken, 13 tane ekmeği sıkıp, aralarından birini seçe(bile)n, üstüne üstlük hala kasadaki abiye çemkirip, kapıdan dışarı çıktığında dahi 'Halla, halla. Parayla aldığımız ekmeğe bak' diye sesler gelen ve konuyu hala uzatan kadın gördüğünde soğukkanlılığını koru. Başına iş alma. Selam verip ekmeğini alan, parayı uzatıp 7 saniye içinde bakkalı terk eden kadını ise takibe al.

8. Elindeki gazetenin ekonomi sayfasını kıvırıp okuyan kadın, başarılı bir arkadaştır.


9. Sigara, dergi, pil vs. gibi bir ihtiyaç için gittiğin gazete bayiinde 'Bir Posta lütfen' deyip, o gazeteyi aldıktan sonra tavrıyla yol boyunca onu hatmedeceğini belli eden bir kardeşimizse, azat ediver. Magazinin ikircikli dünyasının dehlizlerinde gidip gelsin.

10. Ayakkabısı 'düşülesi topuklu' olan abla, kırıtma katsayısını artırmak için bunu yapıyorsa, yaramaz. Ama o gün davet/düğün/mecburiyet gibi bir durum varsa hoşgör, ama eksi yaz. Siyah spor bir ayakkabı ya da bez ayakkabısı varsa, artı puan. 1-0.


11. Çantasından çıkarıp gömüldüğü kitap, bangır bangır bağrılan bir popülerse, (Sallıyorum; Elif Şafak, AŞK) 'kitap okuyor' bölümüne artı koyulmaz. Ama (yine sallıyorum) 'Yeşil Norveç' veya 'Gandhi' falan gibi bir şeyse, bir göstergedir. İlgilenilir.

(Not: Elif Şafak'ın Aşk kitabı mal gibidir diye bir anlam çıkarılmaz buradan. Verdiğim örnek yalnızca 'popülerlik' ve bu popülerliği satma bazında değerlendirilmelidir)

12. İsmi Bengisu, Çisil, Suade ise, ikinci kez düşünmekte fayda var.


13. Birlikte alışverişteyken, kredi kartı yerine nakit kullanıyorsa, bas artıyı not defterine.

14. Herhangi bir Nuri Bilge filmini sonuna kadar izlediyse TEBRİK ET. Duydu, ama izlemediyse TAVSİYE ET. 'Bilmiyorum. Son olarak İvedik'i izledim ben, Şahan'ın. Çok komikti' diyorsa, KÜFRET.


15. Her muhabbette, mevzu bir şekilde kilo verme/alma olayına değiyorsa; sorun vardır. Aman diyim.

16. Özel bir durumu/sağlık sebebi yoksa, sırf iş olsun diye 'Ben et yemem, sağlıksız' deyip, Esra Ceyhan'lık taslamaya kalkanlar, ukala olur. Yanlıştır. Ders vermek için bol yağlı bir dürüm söylemek, ilk etapta işini görebilir.


17. Saba Tümer'e hayransa, ölürsün, bitersin. Derhal uzaklaş.

18. Haber bülteni izleyip izlemediğini sor. Kanal D ve Show TV'den 'haber' izlemeye kalkan cühela takımından ise Yüce Allah'a havale et. Haber kanalı izliyorsa, güzel bir sütlü nescafe içerken konuya gir. Ablamızın kendisi haberciyse, çok şanslı bir g.tsün.


19. Telefonu şarkılı melodiyse; eyagh... Ayrıl. Dirilili dirilili dirilili, düz Nokia'lı olan hep avantajlıdır.

20. Telefon pembeyse de olmaz.


21. Yakın arkadaşlarının yüzde elli ve/veya fazlası erkeklerden oluşuyorsa, seni yanıltmaz. Dürüsttür.

22. İkili, üçlü gruplarda (toplu mekanda) beş metre mesafeden dahi duyulacak desibelde konuşan ve her cümlenin sonunda 'kih kih' gülen 'karılar' için özel bir yumruk dizayn et. Lazım olabilir.

23. 'Bana bakıyor mu acaba?' diye kaçamak bakışlarını yakaladığın kadının biletini kesiver.

24. Kaliteli espri yapma kabiliyeti olan, ve bunun üzerine yalnızca gülümseyen kadın, inanılmazdır. Psikopattır. Evlen.


25. Okul döneminde karnede kırığı olan kadından korkulur. İyidir. Hiç bir rakamsal sorunu olmayan 32'lik diş gibi karneye sahip kadını ciddiye dahi alma.

26. Facebook'a günde iki kez girip, milletin resimlerini inceleyip, video izlemekle mesai çürüten ablayı ilk 11'den kes. Facebook'ta arkadaş listesi 20 ve altında üyeye sahip olanı banko oynat.

27. Oje kullanmayan ve sade makyaj yapan kadını, tercih listesinin üst sıralarına yaz.

28. 'Hadi Taksim'e gidelim' diyene şöyle yan yan bir bak; 'Ortaköy'e ne dersin?' önerisini asla geri çevirme.


29. Sabah programlarına seyirci olarak gitme alışkanlığı olan arkadaşlarımızı kendi halleriyle başbaşa bırak. Hayatı öğrenip öyle gelsinler.

30. E-Posta adresi Gmail olan sofistike zevklere sahip olabilir. Hotmail olan faydacı, düz ve orta-yolcudur. Superonline olan geçen yüzyılda kalmıştır. Kendisini 21. yüzyıla davet et.


31. İçine dört yaşında çocuk dahi girebilecek, beline kadar inen nal gibi çanta taşıyan kadınların 'çok gereksinimi' vardır. Yaklaşma. Küçük, 'acil durum' diyebileceğimiz makul ölçülerde çanta taşıyanları tercih et. Çanta taşımıyorsa - hayatta pek örneği yok - uçarak yapış kendisine.

32. Basbayağı frikik vermeye çalışıp bunu beceremeyen, bir de utanmadan bakışlarıyla seni suçlamaya çalışan dallama kadınlara gereken cezayı ver. Önce, oturduğun yeri değiştir.


33. Saçını (sanki hiç sarışın yokmuş etrafta gibi) sarıya boyatan ve bunun için ayda belli bir bütçe ayıran kadını, müsait bir vakitte zeka testine sok. Sonuçlar, sana gerekli cevabı verecektir.

34. Beş kişi sor. John Fitzgerald Kennedy, Fidel Castro, Ayetullah Humeyni, Olaf Palme ve Patrice Lumumba. Beş veya dördünü ülkeleriyle ve ne yaptıklarıyla birlikte biliyorsa, kendisine pahalısından tektaş al. Üçüncü biliyorsa; gözün kapalı çıkabilirsin. İkisini biliyorsa; karar senin. Yalnızca birini çıkarabildiyse; eksikliği çoktur. Hiçbirini duymadıysa, Kral TV'de klip izleyip, mahalleden birilerine istek istemeye devam etsin.


35. Doğum tarihini mırın-kırın etmeden söylüyorsa, bir puan daha alır kendisi.

36. Beraber yapacağınız uzun yolculukta, eğer alternatifler arasındaysa, treni tercih eden kadın muazzamdır.


37. Tatil için Antalya'da 5 yıldızlı büyük havuzu olan oteli tercih eden abla, vasattır. Tatilini mekan mekan gezip, küçük otellerde konaklama üzerine kuran kadın, güzeldir.

38. Söylemek istediklerini mesaj atarak değil, arayarak anlatan kadınla çıkılır.


39. Bilgisayarının masaüstü resmi çiçek, böcek, Brad Pitt ya da bebek resmi olmazsa, ver bir puan daha.

40. Gazeteyi magazin sayfasından başlayarak okuyan (Spordan başlayan erkeğin eşdeğeri), daha doğrusu magazin dışında hiçbir sayfa okumayan kadına selamet dileyin. Hayatına sizden uzak devam etsin.

---
DEĞERLENDİRME BAREMİ:
Her şıkta 1 olumlu puan veriniz. Sonuçları aşağıdaki çizelgeye göre değerlendirebilirsiniz.

1-10: Normal insan evladı. Çıkılabilitesi var.
10-14: Normal üstü. Çok süper bir abla. Kaçırma.
15-19: Charlize Theron'a tercih edilir seviyede.
20-24: Sen naaptın?!
25 ve üstü: Lütfen teste geri dönüp puanları gözden geçiriniz.

13 Ekim 2009 Salı

Hayır, Hayır, Hayır!

Boğaza üçüncü köprü çalışmaları hızlandı. RTE, elinde megafonla karşı kampanyalar yürüttüğü ikinci köprünün açılmasından 20 yıl sonra üçüncü köprünün bizzat harcını kendisi atıyor. İnsan nasıl da değişiyor konuma göre. Ne oldu? Uluslararası otomotiv ve sermaye devleri devletlerin karar mekanizması masasında koltuk sahibi oldu, ne olacak?

Köprüye hayır, Allah'ın cezası iktidar bozuntusu! H-A-Y-I-R. Çünkü;

1. Ana amaç olan trafik sorununu çözmeyecek. Üç değil, yedi köprü de yapsanız, bu işin 'karayolu' yatırımlarıyla çözülmeyeceği açık.

2. İnsanları daha fazla otomobil almaya yönelteceği için hayır. Bunca çevre sorunu varken, yapılacak köprü, otomotiv satışlarına olumlu etki yapacak. Trafikte yeterince araç var, birileri kar yapacak diye fazlasına gerek yok.

3. Metroya ve altyapıya ihtiyaç varken, yüz milyonlarca dolar kaynak bu faydasız projeye aktarılacak. Bu ülkede sermaye, iş gücü ve zaman var mı bu kadar har vurup harman savrulacak?

4. İstanbul'un boğazda kalan tek gür ormanları Sarıyer ve Beykoz'un sırtlarını piç edeceği için hayır.

5. Muhtemel köprünün emlak ve hizmet sektöründe rant kapısını ardına kadar açıp, haksız kazanca ve aç gözlülüğe yol açacağını da unutmayın.

İstemiyoruz köprü-möprü! Akılcı kullanılan kaynaklar, birilerine peşkeş çekilmeyen projeler ve çevreci çözümler istiyoruz!

10 Ekim 2009 Cumartesi

Pluralism ne ola ki?

Radikal Kitap ekinde, yeni çıkan İngilizce bir kitabı tanıtan Latif Taş'ın yazısını okudum bugün. Çok ilgimi çekti. Kitap, Legal Practice and Cultural Diversity. Konu, çoklu hukuk olarak çevirebileceğimiz Pluralism üzerine Avrupa'daki çalkantılar, tartışmlar, yeni hukuksal terimler...

Latif Taş'ın yazısından özetle; Pluralism, Avrupa'da son zamanlarda sıkça tartışılan hukukta çoklu sisteme verilen ad. Modern toplumda küreselleşmeyle birlikte tek bir hukuk anlayışı ve esnekliği olmayan hukuğun, birey haklarına karşı çıkardığı sorunlarla ihtiyaçlara cevap veremeyeceğinden ihtiyaçla hukuğun çoklu bir yapıyla kullanılması gerektiği belirtiliyor. İngiltere, bu çerçevede şeriat mahkemelerine imkan tanıyabilecek hale gelebiliyor.

Yazıdan bir pasaj:

'Antropologların, hukukçuların, din adamlarının ve politika bilimcilerin desteklediği bu yeni model, İngiltere'de kilisenin başı olan Dr.Roman Williams'ın 1997'deki 'İngiltere'de şeriat kuralları da olmalı' demesiyle yeni bir boyut kazandı. İngiltere yayılan bu yeni dalga Fransa, İtalya, Hollanda ve Kanada gibi azınlık nüfusları olan devletleri de tartışmanın içine çekti. Ortaya konulan çözüm örneği de aslında Anadolu topraklarının tanıdık olduğu ve Osmanlı İmparatorluğu zamanında yüzlerce yıl uygulanan 'Millet Sistemi'. Ortaya konulan bu sistemle, farklı kimliğe sahip olan grupların, toplulukların farklı adetsel ve hukuki uygulamalarının merkezi hukuk sistemi tarafından tanınması veya en azından aile, iş ve diğer küçük tartışmalarda merkezi hukukun değil de, yerel yapıdaki hukukun etkili olması öneriliyor, devletin ise gözlemci konumda yer alması ve ancak tolere edilemeyecek noktalara müdahale edilmesi isteniyor.

İngiltere ilk adımı kendi içinde yaşayan milletler için attı; Galler'e, İskoçya'ya ve Kuzey İrlanda'ya kendi hukuklarını uygulaması hakkı verdi. (...) Kitap, Fransa ve Türkiye'deki sert seküler ve ulusalcı hukuksal sistemin toplumun büyük bir kısmını dışarda bıraktığını ve bu iki ülkedeki çatışmanın da buradan kaynaklandığını vurguluyor.'

İlgiye değer, enteresan bir konu. Daha dil olayını bile tam anlamıyla halledememiş Türkiye'de ancak 2038'de tartışılmaya başlanır ama, biz önden gidelim, bilgimiz olsun.

Kalpten reklamcılık

Üç gün önce gittiğim Adana'da havaalanından ATDSK'ya (Adana Tenis Dağcılık ve Su Sporları Kulübü) kadar 60 yaşlarında taksici bir abi götürdü bizi. İzzet Abimiz. Kartını verdi sonra 'Akşam geri giderken yine arayınız hocam, gelip atayım sizi' dedi. (Aramadık, ayıp oldu mu acaba? Akşam kulüptekiler bizi götürdü havaalanına) Yol boyunca şikayet etti siyasileri. Klasik muhabbetşinas taksici abi.

Yalnız kartı süper. İçinden geldiği gibi yapmış reklamcı abimiz. 'Klimalı' vurgusu önemli. Günümüzde klimalı çok az araç kaldı malum. Klimalı Megane II'ye binmek isterseniz arayın İzzet Abi'yi. O yoksa 'oğlu' Selçuk var...

Çekoslovak'tan dev hizmet

Çekoslovak, halkımıza hizmette sınır tanımıyor. Büyük tartışmalara yol açacak 'Hangi kadınlarla muhatap olunur?' başlıklı subjektif araştırma yazısı, önümüzdeki hafta bu e-yazıt'ta olacak. Farkımız olsun biraz.

Sabrediniz.

9 Ekim 2009 Cuma

Sahaf bayramı


İstanbul'un dört bir yanına yayılan sahaflar bir seferde görebilmek zor. Beyoğlu Belediyesi'nin Taksim Gezi Parkı'na topladığı sahaflar fuarını gezdim bugün. Süper oldu valla. 11 Ekim'de bitecek olan fuar 15 Ekim Perşembe'ye kadar uzatıldı. Dolayısıyla bir gün daha gitmek gerekiyor.

Ayrıca bugün sahaftan duydum. Diğer vakitlerde de sahaftaki kitapları sorgulamak için İstanbullu sahafların kitaplarını girdiği bir web sitesi varmış. Onu da kullanınız:

www.nadirkitap.com

Yılın transferi

Habertürk'te bu sabah Ahu Özyurt'u gördüm; Beyoğlu'ndaki sahaflarla ilgili bir sokak röportajı yaparken. Bu şu anlama geliyor: Türkiye'nin en iyi kadın habercisi Washington'dan dönmüş ve Habertürk'e geçmiş. NTV ve CNN Türk'ten sonra Habertürk de kendisinin yeteneklerinden faydalanacak.

Gazetesinden kovulanlara türküler/şiirler eşliğinde reklam spotları hazırlatan Habertürk, böylesine iyi bir haberciyi kadroya katıyor ama sabahın köründe sessiz sedasız görüyoruz kendisini. Mallık etmeyin. Elinizdekinin değerini bilin. Adamı da hasta etmeyin.

8 Ekim 2009 Perşembe

İyi yarışma programları

TV'deki (veya medyadaki) güzel işleri yazmaya devam ediyoruz. Cengiz Özkarabekir'in 3 İnsan 3 Öykü'sü ve Adam Isenberg'in Adem'in Seyir Defteri'nin ardından son zamanlarda TV'lerdeki saçma sapan yarışma programlarının yerine iyi bir alternatif için destek istiyoruz sizlerden.


Kelime Oyunu, Kanal 1'de yayınlanan bir yarışma programı. Gayet basit ve sade, ancak hız, bilgi, kelime dağarcığı, tümevarım yöntemi kullanımı gerektiren çok faydalı bir yarışma.

Sunuculuğu yapan İhsan Varol iyi iş çıkarıyor. Yarışmacılarla çok iyi iletişim kuruyor, açıklamaları yerli yerinde, sağlıklı yönlendirme ve temiz sunumuyla son dönemde gördüğüm en iyi TV yüzlerinden birisi.

Türkçe'ye katkılarından dolayı TDK'dan ödül de alan program, kirlenen TV diline karşı açılan ender bayraklardan biri olarak duruyor. Tabii arkasından yalak magazin başlama olasılığı yüksek bir ekranda olması, garip bir tezat oluşturuyor, o ayrı.

Yeri gelmişken tüm zamanların Türk televizyonlarındaki en iyi yarışma programlarını da seçtim sizler için. Ne dersiniz?

5. HUGO - Çocuklara yönelik yarışma programlarının en büyük klasiği. Telefon tuşlarıyla yarışma çağını başlatarak çığır açmıştı.

4. EVET/HAYIR - Ekranların ilk fenomen yarışması. Erkan Yolaç taklitleri günlük yaşamda defalarca farklı şekillerde taklit edildi.

3. TURNİKE - Güner Ümit vakalarıyla akıllara kazınan yarışma, Türkiye'nin en çok izlenen ve taklit edilen TV işleri arasında yer aldı. Ben çok bayılmazdım ama büyük bir prodüksiyondu.

2. RİZİKO - Serhat Hacıpaşalıoğlu'nun sunduğu unutulmaz bilgi yarışması. Verdiği tadı başkaca bir yerde bulmak çok zor. Risk faktörünün en plana çıkarıldığı ilk yarışmalardan biriydi.

1. KİM 500 MİLYAR İSTER? - Son 10 yıl içinde Show TV'de yayınlanıp da izlediğim tek prodüksiyon. Pek çok ülkede yayınlanan versiyonları arasında Kenan Işık'ın müthiş sunumuyla Türkçe versiyonu, en çok ön plana çıkanlar arasındaysı belki de. Paradan sıfır atıldıktan sonra 'değeri artacağına kayboldu'!

5 Ekim 2009 Pazartesi

Kütüphane Rafı: Medya Tarihi


İlgilenenler için okuduğum kitaplardan seçkiler de yapacağız ara ara... Bugün bitirdiğim kitapla başlayalım.

YKY Cogito'dan bir medya kitabı okudum. Fransız iletişim ve siyasal bilimci Jean-Nöel Jeanneney'in yazdığı Geçmişten Günümüze Medya Tarihi. İyi bir kitap. İlgilenenlere öneririm. İngiliz basınının hikayesi çok ilgimi çekti. Times'ın 1810'da ulaştığı basın etiğini görünce dudağım uçukladı tabi. Bakıyorum da etik olayına gelince, arada 200 yıldan fazla var.

Kitabı bitiren şu cümleler önemli:

Her dönemde, her özgür toplumda, medyalar hiçbir zaman pasif bir topluma kendi değerlerini, fermanlarını ve takıntılarını dayatacak kadar baskın bir güç oluşturmamıştır. Vatandaşlar, söylenebilir, öfkelenebilir, protesto edebilirler - sonunda, medyaları da kendilerine benzetirler. Uyanık olmak ve eyleme geçmek için, bunu bilmek ve kabullenmek de yine onlara düşer.

Kafası bastı


Fotomaç diye kötü mü kötü bir gazete var, boşuna kağıt kirleten. Çıkmasa hiç bir eksikliği hissetmezsiniz, o derece boş bir gazete. İki tane simitçi ağlar 'nerde gazetem?' diye, susarlar sonra. O kadar.

O gazete Fotomaç, uzun bir süre sonra başlık atarken düşünmüş, taşınmış. Güzel bir başlık atmış. Attıkları başlık, bulunmaz Hint kumaşı mı? Değil. Ama en azından kafa yorup, iş yapmışlar. Futbol işi tabii.

Bir de Avrasya Maratonu'na sponsor olmamışlar mı, deli olmamak elde değil...

(Fenerbahçe'nin Gençlerbirliği'ni 3-0 yenip, GS ile arasına 5 puan fark koyması haberinin başlığı: ÜÇ AŞAĞI, BEŞ YUKARI. Ortalama bir Fotomaç'ın potansiyel başlığı: KAPTAN'IN ÇÖKERTMESİ)

Habertürk değil, Newsweek...


Habertürk'ün (daha doğrusu eski zamanlarını göz önünden geçirirseniz aslında yayın yönetmenleri Fatih Altaylı'nın) dikkat çekmek için sıklıkla başvurduğu bir yöntem çok ön plana çıkmaya başladı son zamanlarda: Dinsel ve cinsel konulara olan genel 'eğilimden' dolayı mümkün olduğunca bu başlıklar altında içerik üretiliyor.

Haber sonrası izleyicinin yoğun olduğu saatlere koyulan tartışma programlarında fink atanlar hep lafazan ilahiyatçılar: Yaşar Nuri Öztürk ve Ali Rıza Demircan. Kadrolular galiba, ne zaman açsam, temcit pilavı gibi 'tartışmalı ve de helecanlı' bişeyler anlatıyorlar. 'Gelsin reytingler' diye tam üst katta biri el ovuşturuyor. Şovmen kişiliği ile büyük sükse yapan Cübbeli Ahmet Hoca'yı da konuk edip 'milleti ekrana bağlayan' o değil miydi?

Bir de Prof. Dr. Haydar Dümen'i bir eritemedi gitti medya. Üstad Dümen, Habertürk'ün davetlerine icabet etmekten bitap düşmüş vaziyette eve kendisini zor atıyor herhalde.

Ama Türkiye'de dini yapılar üzerine yapılmış bir haber gördüm ki bugün, onu da yapanlar aynı çatı altında (Ciner Grubu) bulunuyor. Onların da iki eli, iki kulağı var.

Newsweek Türkiye. Zaten harika dergi yapıyorlar. Bir de bu sayı Murat Yalnız ve Adem Demir ikilisinin İNANCIN EVRİMİ isimli mükemmel bir dosyası var ki, okumayan ölsün. TAKVA filmiyle iletişim araçlarında en yakın temasın kurulduğu 'derin mevzu' tarikatlar ve cemaatler üzerine yapılan çok boyutlu bir haber. Araştırma, günümüzdeki tarikatların yaplanması, ibadetler, cemaatlerdeki kadın-erkek ilişkileri, eğitime bakışları, giyim-kuşam, teknolojiyi kullanmaları gibi pek çok ayrıntıya eğiliyor. Saçma sapan ağızlardan fikir edinmek yerine, cemaatlerin nasıl bir fenomen olduğuna dair çok derin bir iş yapılmış.

Metinden derin bir cümle: 'Mensuplarının aynı zamanda müşteriye dönüşmesinin ardından, 'Müslüman herşeyin en güzeline layıktır' felsefesi 'bir lokma bir hırka'yı tahtından etmiş görünüyor.'

Mutlaka dergiyi edinip okuyun.

4 Ekim 2009 Pazar

Jesse dediniz, yanıldınız...

Üst üste iki NTV Spor eleştiri yazısı olunca, garezliymişim gibi oldu. Sümme haşa! Sadece denk geldi, lütfen. Rica ederim.

Beşte Beş diye yarışması var NTV Spor'un. Şimdi bir benzeri NTV'de de 'Haberiniz var mı?' diye başladı. Güzel fikir. Bir çeşitliliktir, eyvallah. İzlemeyenler için hatırlatalım. Cevap süresi 10 saniye olan 5 tane spor sorusu var. 4 seçenekli... Hızla soruluyor, 5'te 5 yapan playstation'ı kapıyor.

Beşte Beş'i Ercan Taner sunuyor. Üç kez izledim. Bir fikrim geldi, onu paylaşmak istedim.

Bir örnek verip öyle girelim mevzuya. Adıyaman'dan bir gence soru Ercan Abi'den geliyor:

- Aşağıdakilerden hangisinin olimpiyat şampiyonluğu yoktur?
A) Carl Lewis
B) Jesse Owens
C) Michael Phelps
D) Eric Moussambani

Genç arkadaşımız Jesse Owens dedi (Iyyyy, büyük günah); bilemedi. Ercan Abi tamamladı: Be, Jesse Owens dediniz kaybettiniz, doğru cevap d şıkkıydı. İyi günler.

Ercan Abi, şıkları okurken Eric Moussambani'yi hiç duymadığı için ismini bile tam söylemedi. 'De, Eric' dedi durdu. Böyle bir soru hazırlanıyorsa, minik notların sunucu için altına da iliştirilmesi fena olmaz mı dostlar? Nerden bilsin Ercan Abi Moussambani'yi? O notlara bakarak şöyle gönderse mesela genç elemanı;

- Jesse Owens dediniz. Aman, sevgili Kenan. 9 yıl önce Sydney'de 100 metreyi sonuncu tamamlayan bir Etyopyalı yüzücü vardı hatırlıyor musun? Bültenlere çıkmış, ünlü olmuştu. Eric Moussambani. Mutlaka hatırlarsınız. Doğru cevap D'ydi. Jesse Owens'ın altını var Berlin 1936'da.

Bir başka bakış; Ne verdik ki insanlara, ne soruyoruz? İddaa sorularına alışık kitleye bir anda bisiklet, buz hokeyi, yelken, atletizm sormanın yanlışı. Bence program futbol yarışma programı olmalı.

Hala, yukarıdaki soruya Jesse Owens diyecek geniş bir spor izleyicisi kitlemiz var. Kime ne nağmesi yapıyoruz?