28 Kasım 2009 Cumartesi

Tek sayfa analiz

Dünyanın en etkili dergilerinden The Economist, bu hafta Barack Obama'yı 'Sessiz Amerikalı' olarak kapağa taşımış. Derginin kapak konusu, 11'inci sayfasındaki tek sayfalık inceleme yazısıyla karşılığını bulurken, büyük beklentilerle göreve gelen Amerikan Başkanı'nın geride kalan görev süresinde dış politikada elini masaya vuramaması üzerine bir 'uyarı' yazısı yazılmış.

Önceki dönemde George W.Bush'un olur olmaz herşeye müdahalesiyle hareket kazanan Amerikan etkinliğini sakinliğe ihtiyacı olduğu vurgulanan yazıda, söz konusu 'sakinliğin' böyle bir duruma tekabül etmediği belirtiliyor.

Editoryal yazı, bir görev hatırlatması ve uyarıyla bitiyor:

Obama'nın İran'ı nükleer programını müzakere için sene sonuna kadar baskı yapması, Rusya ile nükleer bağlantıyı kesmesi, Filistinliler ve Netanyahu'yu görüşmeye ikna etmesi, Karzai ve Pakistan'a Afganistan'ın yönetim istikrarına kavuşabileceğinin gösterilmesi gerekiyor. Kısa vadede bunlar olmazsa, Obama boş işler peşinde koşan ve zayıf politika sahibi olarak damgalanacak. Ve şu unutulmaz demecini de kendi kendine tehlikeye sokacak: Kurallar bağlayıcı olmalı. Şiddet cezalandırılmalı. Ve kelimeler yeni şeyler anlatmalı.

26 Kasım 2009 Perşembe

Haydiiiii


Almanlar coşmuş. Ülkenin en çok satan gazetesi Bild'in Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann ile dalga geçmek için ezeli rakipleri haline gelen Tageszeitung Gazetesi, 6 katlı binasına özel bir heykel yaptırdı. Heykelde, Diekmann'ın 6 metrelik penisinin ucuna bir de kobra ekleyen Tageszeitung yönetimi, ayrıca Bild'in asparagaslarından da bir kaç seçme yapıp binayı grafiti duvarına çevirdi.

Yoldan gelip geçenin 100 metreden bile rahatlıkla dikkatini çekeceği şekilde tasarlanan bu yeni aksesuara, Bild yayın yönetmeni Diekmann, 'Henüz son sözümüzü söylemedik' diye cevap vermiş. Buna nasıl bir söz söylenecek, açıkçası merak ediyoruz. Bizde de Hıncal'ın bıngılını sallandırmasınlar bi yerlerden aşağıya!

Haberin ayrıntıları, enteresan haberler sitesi habercrombie.com'da.

Fotoğrafa bak, ölüver...



Emmanuel Coupe
deklanşöre basmış cennette, huriler yanında gezinirken. Sonra dünyaya inmiş faniler için; cennet katalogu kartpostalı basmış...

Bu inanılmaz manzara, İskoçya'nın kuzeyinde Skye Adası'nda çekildi. 'Yılın En İyi Yeryüzü Fotoğrafları' yarışmasında birinci sırada yer alan bu çalışma, Fransız fotoğrafçı Emmanuel Coupe'ye 10 bin pound ödül kazandırmış.

Coupe, eğitimini Yunanistan'da almış bir fotoğraf sanatçısı. Paris ve Atina'da yaşıyor. İşi manzara fotoğrafları çekmek ve bugüne kadar pek çok ünlü katalog ile takvim çekimini gerçekleştirmiş.

Kataloglarını incelemenizi tavsiye ederim. Yalnız parmaklarınıza dikkat. Isırmayın.

COUPE KATALOG

Katsayı sorunu

Meslek liselerinin üniversiteye girişteki katsayı uygulamasının kaldırılması, emekliliğinde dahi kendisini yüce Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasına adayan büyük hukuk adamı Sabih Kanadoğlu'nun yol göstermesiyle Danıştay tarafından durduruldu.

1997'de bir darbe ürünü olarak literatüre giren katsayı uygulaması, İHL'lerin genişlemesini engellemek için tüm meslek liselerini bir kazana tıkarak altına odunu basmıştı. Uygulamanın sona ermesi olumlu bir gelişme olsa da, bu iki kutuplu ortamda çok ileri gitmeyeceği açıktı. Netekim Sabih Baba 'Olmaz' dedi, birileri de 'Emredersiniz üstad' deyip uygulamayı durdurdu. Tam da 1997'de İHL'den mezun olmuş biri olarak, bu yasak kapsamına girmekten günler farkıyla kurtulmuştum zamanında. Ama ardımdan aynı okuldan kimse İlahiyat dışında bir bölüme gidemedi büyük ihtimalle.

Benim bu konuya bakışım biraz farklı. Katsayı uygulaması tabii ki kategori itibariyle bir engel/yasak/zorlama olduğu için kalkmalı. Ortada bir sınav var ve buraya birilerinin dezavantajlı başlatmak, en basit anlamıyla bir eşitlik ihlali. Ayrıca, uygulamayı savunanların (mesela bugün Nur serter pek bir sevindirik olmuş şekilde konuyu mikrofonlara değerlendiriyordu) açıkça dillendirmediği, 'ne münasebet efendim?' deyip geçiştirdiği, ama çok bariz bir şekilde İHL'leri cezalandırmak için alınan bu karar, Turizm'deki ya da Endüstri Meslek'teki öğrencilere de kesik atıyor.

Bir taraftan da hep şunu savundum. 'Oğlum/kızım dindar yetişsin, ama doktor olsun' mantığıyla bir sürü insanın çocuğunu İHL'ye gönderip bu okulların bir meslek lisesi olmaktan çıkmasının önüne geçilmeli. Bu şekilde anti-demokratik bir uygulamayla değil tabii. Şu anda ülkede ihtiyaç fazlası İHL'nin varlığı, kim ne derse desin bence çok ihtiyacımız olan (Cumaya gidipte hutbelerde imamların zaman zaman neler saçmaladıklarını dinleyenleriniz varsa ne demek istediğimi anlarlar) nitelikli din adamı yetişmesinin önünde ciddi engel olduğu gibi, bu okullarda verilen eğitim kalitesinin bayağılaşmasına yol açıyor.

Bu dengeyi sağlamanın en iyi yolu, siyasi nedenlerle açılan fazla İHL'leri kapatmak. Örneğin, Samsun'da benim okuduğum Merkez İHL'de Anadolu Lisesi de içinde olmak üzere 5000'i aşkın öğrenci varken, Çarşamba, Terme ve Bafra gibi üç ilçede de İHL bulunuyordu. Anlayın fazlalığı.

Çözüm, belli başlı merkezlerde akademik açıdan da iyileştirilecek merkez okulların kalması, diğerlerinin kapatılmasından yana bence. Ayrıca 'imam olamayacakları' çok açık olan kız çocuklarının da bu okullara verilmesi, apayrı bir açmaz. (Bu arada aynı Danıştay'ın 1976'da daha önce erkek lisesi olan bu okullara kız çocuklarının gitmesinin yolunu açtığını ekleyeyim.)

Sorun, pek çok konuyla ilintili tabii. Zorunlu din dersleri, laik sistemde devletin din eğitimi verip veremeyeceği, Kuran kursları, Anadolu'daki tutucu insanların okula göndermedikleri kız çocuklarını okutmaları için sebep yaratmak gibi. Ama bu apayrı bir analiz konusu.

Benim YÖK'üm, senin YÖK'ün

Size şimdi gazetelerin ne kadar tarafgir davrandığına dair net bir örnek aktaracağım. Nasıl Ergenekon haberlerinde olaylar sündürülerek veriliyorsa, kendi doğrularının da zaman içinde değiştiğine bir örnek bu.

1980'lerden bu yana, siyasi yelpazenin her köşesi için belki de tek ortak düşman: YÖK. Sağcısı da, solcusu da darbe kalıntısı YÖK'ün eğitim bağımsızlığının önünde önemli bir engel olduğu konusunda birleşir. Galiba 'birleşirdi' demek gerekecek bundan böyle. Zira, tıpkı zamanında başörtüsü yasağını koyduğunda Kemal Gürüz ve Alemdaroğlu'na arka çıkan yayınlar yapan Cumhuriyet gibi, şimdi de haksız atamalar konusunda bakıyoruz muhafazakar gazetelerde çıt yok.

Söz konusu haber, pazartesi akşamüstü ajanstaydı. Zaman'ın web sitesinde son dakika menüsünde olduğu şekliyle iki cümlelik hali şöyle:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Davut Aydın'ı atadı. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezinden yapılan yazılı açıklamada, Gül'ün, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğüne, Anayasanın 130'uncu ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 13'üncü maddeleri uyarınca, Yükseköğretim Kurulunun önerdiği adaylar arasından Prof. Dr. Davut Aydın'ı atadığı bildirildi.

Haberi bu şekilde vermek, en hafif tabiriyle 'tarafgirlik'. Neyi, kimden, ne için saklamaya çalışıyorsunuz?

Eleştirilerin odağı, YÖK'ün daha önce kendi başkanı, hatta Cumhurbaşkanı Gül tarafından da eleştirilen, liste uygulaması. Rektörlük seçimlerindeki sonuçların YÖK tarafından Cumhurbaşkanına kendi sıralamasıyla sunma keyfiyeti ve Cumhurbaşkanı'nın kafasına göre seçim yapabilme özgürlüğü çok ciddi marazlara gebe. Bu yüzden 'yasakçı zihniyet lideri' eski Akdeniz Üniversitesi Rektörü Mustafa Apaydın, Gül tarafından en çok oyu almasına karşın geri çevrilmişti. Adam, seçimde Belediye Başkanı adayı oldu Antalya'da, koydu yüzde 45 oyu.

Anadolu Üniversitesi'ndeki durum şu: 26 Ekim'de yapılan rektörlük seçiminde mevcut rektör Fevzi Sürmeli 334, Hasan Mandal 295, Davut Aydın 96, Ahmet Tuncan 28 oy aldı. YÖK, listenin başına seçimde üçüncü sırada bulunan Aydın'ı koydu. Cumhurbaşkanı da bu ismi atadı.

Prof. Sürmeli, üç katı fazla oy almasına karşın gerekçesiz bir şekilde atanmaması demokratik açıdan bir sorun. Zaman (ki 860 bin tirajıyla gazete satış raporunun birinci sırasında görünüyor) konuyu hiç irdelenmemesi, hatta yok sayılmasına ne denmeli? Salı ve Çarşamba günkü nüshalarında tek bir satır yok. Sadece web sitesindeki son dakika notuyla geçiştirilmiş. Hiç suya sabuna dokunmadan.

Bu fersah fersah siyasete batmış, yaşlı Kanadoğlu güdümündeki hukuk sistemine rağmen YÖK - pek mümkün görünmüyor ya - başörtülü kızlara hak ettikleri üniversite yolunu açsa, Türkiye'nin kutsal kurumları arasında mı ilan edilecek? Zaman gazetesinin, bu durumda YÖK'ü anında 'cennetten çıkma' ilan edip alnından öpeceği çok açık.

Bu konuda son söz: YÖK, çağdaş eğitimin önünde bir engeldir. Derhal dağıtılmalı. Bizim YÖK, sizin YÖK olmaz. Hayatta olmaz.

17 Kasım 2009 Salı

Hızır Yıldırım

Büyük Türkçe üstadı (e-yazıt dilinde böyle kullanınca sanki dalga geçer gibi oluyor, kelimeleri de sündürdük argoyla yarabbim. Hayır bu kez bire bir anlamıyla kullanıyorum büyüklüğü!) Yıldırım Türker, sirkatin söyleyen Onur Öymen'i yazmış Radikal'deki köşesinde. Hiç bilgim olmadığı konu, bu kısa yazıyla bile tüylerimi ürpertmeye yetti. Özellikle de Seyit Rıza'nın yaşının 57'ye düşürülmesi ayrıntısı...

Yıldırım Türker'den muhteşem bir yazı daha. Ağlatır. Üstada saygılarımızı sunarız. Ellerin dert görmesin.

Bu arada, nasıl bir yalan içinde yaşıyoruz. Bugün şöyle bir etrafıma sordum. Kimsenin doğru düzgün bilgisi yok konuda. Resmi tarihin arkasında neler var üzeri yaprak olmuş, kimbilir...

15 Kasım 2009 Pazar

Yanlış adam doğru yaparsa

Türkiye'nin kangren sorunlarından birisi üzerine atılan adımlarla çalkalanıyor ülke son günlerde. Kürt meselesi üzerine AKP hükümetinin attığı adım - saçma sapan mevzularda kutuplaşma konusunda eline sıcak su dökülemeyecek ülkede aksini beklemiyorduk zaten - yine iki kutuplu evren yarattı. İllet olduğum fersah-milliyetçi cephe ile 'sayın' Bahçeli'nin elinden ekmeğini kapmak için yarışa giren, ha gayret aynı cepheye nefer olan, solculukla pamuk ipliği bağını 'hars' diye eliyle bir çırpıda parçalayan Deniz Beyler, muhteşem bir seçim malzemesi yakalamanın ağız sululuğunda 'Kartal gol gol gol!' politikası güdüyorlar yandaş mevzilerde.

Diğer yanda - Star gazetesi yalakalığına kaçmadan tabii ki - Erdoğan'ın doğrusunu desteklemekten neden imtina edelim? Adamın hiç mi doğrusu yok?

Evet, doğru. Onbinlerce insan katleden Saddam şubesi Sudan diktatörü Ömer El Beşir için 'Yapmaz kardeşim, ben gittim gördüm' dedi; kendisinin Gazze tepkisi ile yanyana koyulduğunda şekilli dansöz Asena'dan daha kıvırtak figüre kaçan demecini gördük bu Başbakan'ın. Ergenekon'da yargı sürecine düpedüz 'ayar çeken' demeçlerini, TBMM Başkanı'na 'Adamın asabını bozma' zılgıtını, hatta - çoğu insan alkış tuttu - ama benim hala yanlış bulduğum Davos'taki 'Daha da Davos'a gelmem' dellenmesini gördük. Yeni rant kapısı 3. köprüye, 20 yıl önce elinde megafon karşı çıkarken, şimdi yol açmasını izledik. Deniz Feneri'nin üzerine gidilmemesi, ve daha bilumum Türkiye'nin Başbakanı teranelerine karşı yuvarladık terbiyesiz laflarımızı.

İyi de, demokratik açılım hangi aklı başında, at gözlüksüz insanın 'Haşa, sümme haşa! Memleketi bölüyorlar' diye tepki vereceği bir durumdur? Bu ülkede silahtan vızıldayarak çıkan milyonlarca mermi ve koca bir coğrafyada leylak kokusu yerine genizlere çekilen barut kokusu neyi çözdü?

Karşı çıkan güruha soralım. Tamam, açılım maçılım yok, daaalın lan. Tamam. Eee? Neyi çözdük? 2043 yılındayız. Hala TSK ile PKK türevi (VKK, ZKK...) varlıklarla mücadele halinde olmayacak mı? Bitecek mi yani terör?

Ama niyet o kadar net ki. Çarşaf açılımı neyse, bundan da pay çıkarma aynı doğrultuda. Ve tüm analistlerin üzerinde durduğu noktaya yüzde yüz katılıyorum: Bu 'toptan retçi' politika ile hem CHP'nin, hem de MHP'nin oyu önemli ölçüde artar.

Kürtçe duyduğunda deliren adamlar var bu ülkede. Faydacı yaklaşırsan, bulunmaz bir nimet bu açılım mevzusu. CHP de bu nimetten popülizmin ağa babasını yaparak faydalanmayı seçti. Solculukla, sosyal değerlerle, özgürlükle ilgisi dahi olmayan tavrı benimsedi: Aşırı sağ ile at yarışına girdi. Zaten sol parti falan değildi, şimdi iyice 'Ceddin deden, neslin baban' kıvamına geldi.

Bizzat 1989'da Kürt raporu yayınlayan partiden, şimdi kurmay düzeyinde 'Dersim'den dersini çıkaran' demeçler geliyor. Sağ kanattan AKP, siyasi çöküntüye uğrama pahasına etnik milliyetçiliğin karşısına basbayağı solcu bir özgürlük politikasıyla dikiliyor. Ne günlere galdık hancıbaşı. Ver ordan bir kımız...

Sağlam gazeteci abimiz Alper Görmüş, geçenlerde söylemişti bir programda. 'Artık siyasette asla rakibin doğrusu olmayan bir noktaya gelindi. Bu çok ciddi bir açmaz. Halkı da bölen siyasilerin bu tavrı diye'... Aynen öyle. Yatılan mevziye göre 'karşı taraf' bellemek ve o ne yapıyorsa 'ondan gelecek iyilik gelmez olsun'cu olmak.

Aferim, aferim çocuum. Devam edin böyle. Bir b.ku da el birliğiyle çözmeyin zaten.

13 Kasım 2009 Cuma

Eskici'den: Ünlü


Tesadüfen Ünlü'yü buldum dün internette. 90'ların sonunda çıkardıkları albümle hatırladığımız Ünlü'yü. Şanı büyük Ünlü, beni yeniden radyo günlerime taşıdı. 10 yıl önce radyoda neredeyse her programda Ünlü çalanlar (mesela biri Esra Aksu'ydu) aklıma geldi.

Hayat, hızlı ve akıcı. Her yıl onbinlerce mesaj ve yenilikle çevreleniyor insan. Hafızanın kapasitesi de belli, dolayısıyla bir çok 'eskiyen mal' atılıyor derinliklere, köreliyor orada. Hatırlatıcıyla karşılaşınca da bir tuhaf oluyor insan; özellikle de çağrışım yapan bir hatırlatıcıysa.

Ünlü, unutulmaması gereken bir grup. Yeniden şöyle bir dinledim şarkılarını. Klas. Çok başarılı.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Yıkılan duvar


9 Kasım 1989, Berlin. Avrupa'yı ortadan ikiye bölen duvarın yerle bir olduğu tarih. Almanya'nın birleşmesinin önündeki en önemli fiziki engel ortadan kalktı ve sonrasında Avrupa'nın entegrasyonu hızlandı.

9 Kasım 2009, Berlin. Aradan 20 yıl geçti. O günlerde duvardan idealist bir Doğu Alman olarak Batı'ya ilerleyen Angela Merkel, şimdi birleşik ülkenin Başbakanı.

Alman gazetelerinde iki üç gündür harika haberler, çok iyi manşetler hazırlanmış, 20 yıl mevzusuyla ilgili olarak. Bild gazetesi, diğer gazetelere iki sayfalık reklam vermiş örneğin; Helmut Kohl, Mikhail Gorbaçov ve George Bush'un el yazısı mesajlarının olduğu bir ilan. 'BILD - Dir Deine Meinung' (size fikir verir) spotuyla çıkmış ve üç liderin bugünkü halleriyle poz verdikleri çok çarpıcı bir fotoğraf.

Die Welt'in pazar günkü kapağı güzeldi. Kasımda bir gün (Ein Tag im November) manşetiyle çıkan gazetenin manşet fotoğrafı, Berlin duvarından kalan bir parçaya çıkmaya çalışan iki turistin resmiydi. Ama Die Tageszeitung'un manşetindeki Paul Langrock fotoğrafı çok daha keyifliydi. Karede, duvarın üzerindeki polis genç bir vatandaşının dostane bir ifadeyle uzattığı Die Tageszeitung'u alıyor.

8 Kasım 2009 Pazar

Mallık teraneleri

Habertürk'te yayınlanan Tarihin Arka Odası'nda ilginç bir konuk vardı. Atatürk'ün amcasının torunu olduğunu yakın zamanda ispat eden Yurdum Söğütlügil isimli bir zat konuk oldu programa. İlgi çekici bir sohbet oldu. Adam bugüne kadar bu konuda sağda solda çok fazla konuyu dillendirmemiş olmasıyla büyük bir övgüyü de hak ediyor ayrıca.

Ama programın her hafta Murat Bardakçı'yı dellendiren 'malak izleyicileri' yine iş başındaydı. 'Atatürk'ü küçük düşürmeye ne hakkınız var?', 'Vay efendim bugüne kadar niye ortaya çıkmamış, böyle ipsiz sapsız adamların ne işi varmış ekranda?', 'Madem amcaoğluymuş, niye Atatürk diyormuş' gibi mallıkta sınır tanımayan izleyici e-postaları okudu Bardakçı. La havle, la havleeee.

Bu insanlar, ülkenin kurucusu Atatürk hakkında tek bir film çekilmeyen ülkede, bir eksiklik gideren ve iyi/kötü bir belgesel çeken Atatürkçülüğünden sual olunmaz Can Dündar'a, filminin ismini hakaret amacıyla 'MUSTAFA' koydu diye dava açan avukatla aynı kapta değerlendirilmeli herhalde.

Bu kafa, gericiliğin/tutuculuğun dik alası değil de nedir?