29 Nisan 2011 Cuma

AKP'ye oy vermemek için 33 gerekçe

12 Haziran'daki seçim yaklaşırken, siyaset yalanları sardı ortalığı. Yalan/dolan taşeronluğunu medyanın yaptığı seçimin Türkiye'ye yeni bir şey getirmeyeceği malum. Ama önemli şeyler götürecek gibi geliyor bana. AKP, 35-40 bandı arasında kalırsa ne âlâ... Ama 40'ın özellikle de 45'in üzerine çıkması halinde RTE'nin efelenmeleri ve tek adamlığı kemikleşecek.

AKP'ye oy verecekler için 33 maddeli bir vermeme gerekçesi oluşturdum, bir kez daha düşünmeleri için. Bu dostlarım için bir çağrı yapmak istiyorum: Oylarınızı faşizme yönelen güç tapınağına değil de, yakınınızda hissettiğiniz diğer yapılara kaydırırsanız, gelecek için daha hayırlı olacak. 33 gerekçe sıraladım, zira bu rakamın çağrışımı şu: İslami saygı kültürünün bir parçası olan tesbih çekme ritüelinde 33 kez "Sübhanallah" denir, ki biz bunu AKP iktidarı için sabır zorlamasını çağrıştıran "Fesuphanallah"a çevirebiliriz. 33 Fesüphanallah'ın sembolize ettiği düşünce şudur: "Artık Yeter"

İşte AKP'ye (parti tam bir tek adam yapılanması olduğu için özünde Recep Tayyip Erdoğan'a) oy vermemek için 33 gerekçe:

1. AKP'nin ve Erdoğan'ın en büyük iki yüzlülüğü YÖK, tek başına bile oy vermeme gerekçesi. 80 darbesinin piçi YÖK, kaldırılmadığı gibi yandaş yapılıp baskı aracına dönüştürüldü.

2. Yüzde 10 barajı. Yüzsüzce "Biz mi koyduk?" demesi de cabası.

3. 12 Eylül referandumu. Referandum boyunca "Darbeciler yargılanacak, hayır diyen darbecidir" diyen Tayyip Efendi'nin, 13 Eylül sabahı saat 07.00'den itibaren Kenan Evren ismini duymamış gibi davranması.

4. Dokunulmazlıkların mis gibi yerli yerinde kalması.

5. İsrail'e Allah ne verdiyse dalıp Ortadoğu ikonuna dönüşmeye çabalayan Recep Bey'in, en az İsrail devleti kadar zalim, 1 milyon insanın canını alan Sudan'daki şerefsiz Ömer El Beşir için "Ben gittim, gördüm. Katliam yaptığı falan yok" diye arka çıkması...

6. Çevre sorunlarına karşı körlük. Kapitalin ekmek verdiği her oluşum gibi AKP'nin de çevre ve ekoloji sorunlarına karşı körleşmesi. Para ve rantın ormanı, suyu, petrolü, elektriği satışa çıkarması. Nükleer aşkı.

7. Kentleşme rantı. İstanbul'da ayyuka çıkan değerli arsa ve arazi talanı. Ve bunu tetikleyecek olan iki şehir planı.

8. Zorunlu din dersi. Nüfus kağıtlarında fıkralara konu olacak kadar komik duran ve adamına göre muameleye davetiye çıkaran din hanesinin hâlâ durması.

9. İzahı bulunmayan Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklamaları. Ergenekon sürecinin içinin boşaltılmasına sessiz kalmak.

10. Sanat düşmanlığı, Tophane'deki galeri baskını, Kars'taki heykel katliamı. Üstelik "Hasan Harakani Hazretlerinin türbesinin yanında bu heykelin ne işi var?" söylemiyle, olaydan bihaber insanların din duygularıyla oynayıp haklı çıkma çabası.

11. Medyadaki (iyi ya da kötü) muhalif gazeteci ve yazarları marjinalize etmek. Devlet eliyle güçlendirilen yandaş medyayı beslemek.

12. Askerden matah bir şeymiş gibi polisi kutsamak.

13. Aslında pek sevişmediklerini bildiğimiz Fethullah Gülen'in yandaşlarının özellikle adli süreçlerdeki müdahalelerine göz yummak. Hatta bunun için olanak sağlamak.

14. Hakan Şükür ile popülizmin zirvesine ulaşıp futbola da el atmak.

15. Başörtüsü sorununun çözülmemesi. Saçma sapan hukuk delikleriyle okullarına giren kızlara zoraki yardımcı olmak.

16. Farklı cinsel kimliklere sahip insanlara "hasta" gözüyle bakıp, bu konuda tek bir öneri dahi getirmemek. Toplumda onlarca sıkıntısı olan eşsinsellerin öldürülmesini mübah görmek.

17. Kasımpaşa jargonunda ısıtılan çirkin laflar: Ananı da al git, Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, İki kuruşa üç köfte yok...

18. Hüseyin Çelik, Ömer Çelik ve Cemil Çiçek. Tayyip'in dallama saldırı takımı.

19. Şamil Tayyar ve Mehmet Metiner gibi yalayıcı yazarları milletvekili adayı yapmak.

20. YGS skandalı üzerine en basit önlem olan istifayı dahi çalıştırmamak. Herşeyi eline yüzüne bulaştıran, sevgili bir arkadaştan ödünç aldığım ifadeyle "Gümüşsuyu Müftüsü" ÖSYM Başkanı'nı sıkı sıkıya koltuğuna bağlamak.

21. Ergenekon sürecindeki yanlışlıklarla ve tutuklamalardaki insan hakları ihlallerinin hepsini tek bir cevapla geçiştirmek: "Biz hukuka karışamayız. Adli bir süreçtir."

22. Emir altında çalışan yargı oluşturmaya çabalamak.

23. Mizah dergilerinin gırgırına "hakaret" diyerek alınıp, dava açmak. (Sen hakaret görmemişsin efendi!)

24. Kürt sorununda çözüme ilerlemek için iyi başlangıçlar yapıp, her seferinde milliyetçi dozajı artan uyanışlarla bundan vazgeçmek. Muhalif bastırma operasyonu KCK Davası'ndaki saçmalıklar.

25. TRT'yi büyütürken tam bir çiftliğe çevirmek. Feci kadrolaşma. Bunun sonucunda kamu yayıncısı TRT'nin Show TV kadar tiksinçleşen haberleri.

26. Diyanet'teki operasyonlar. Yandaş din adamları ile cami kürsülerine el atmak.

27. İşinden atılan Tekel çalışanlarının eylemi başta olmak üzere tüm işçi eylemlerine sağcı reflekslerle tepki vermek.

28. Dokuz yıllık iktidarı döneminde kendi zengin zümresini yaratmasına rağmen, meydanlarda sosyal adalet nutukları çekmek.

29. RTE egemenliğinin dev adımı Başkanlık sistemi için herkesin muhalefetine karşın ısrar etmesi.

30. Mimari proje kitapçığı olan seçim bildirgesinde kadın, çocuk ve özellikle eğitim bölümlerinin "lütfen" koyulması.

31. Son yıllarda yapılan en doğru adımlardan biri olan Ermenistan yakınlaşmasının dondurulması.

32. Ekonominin büyümesiyle artan enerji ihtiyacının karşılama bahanesini öne sürüp, Avrupa'nın yeşil enerjiye dönüştürmek için harıl harıl çalıştığı nükleer santral projeleri ile insanının hayatını tehlikeye atmak.

33. Öldürülen tarım.

15 Nisan 2011 Cuma

Yaku (*)

Tambien La Lluvia. Bugün gördüğüm filmin İspanyolca orijinal adı. Kadın rejisör Iciar Bollain'in yönettiği dokunaklı dram. "Yağmuru bile" isim çevirisiyle festivalde sunulan filmin ismi bana da biraz garip gelmişti. Oysa ki, ne de doğru ve özetleyiciymiş: Tabii ya, yağmuru bile...

Dünyanın en yoksul ülkelerinden Bolivya'nın tam merkezinde yer alan ve yerli yaşamının merkezindeki kentlerden Cochabamba'daki hükümetin su şebekesini özelleştirmeye karşı çıkması üzerine patlak veren halk direnişinin anlatıldığı film, gerçek ile kurgusal bir öykünün birleşiminden ortaya çıkmış.

Filmde İspanyolların Amerika'ya gelişini anlatan bir hikaye için Cochabamba'ya giden bir film ekibinin, tam da protestoların ortasında kalarak, insanın içini acıtan gelişmelere tanık oluşu anlatılıyor. Her ikisi de genç ve yetenekli birer Hispanik aktör olan Meksikalı Gael Garcia Bernal ile İspanyol Luis Tosar'ın canlandırdığı hırslı film yapımcıları, görkemli ve büyük yerli sahnelerinde yerel halkı da oyuncu olarak kullanırlar. Bu oyuncular arasında, çakmak bakışlarıyla öne çıkan agresif Daniel (muhteşem performansıyla İstanbul Film Festivali'nin de bu film için davet ettiği Bolivyalı Juan Carlos Aduviri), aynı zamanda kentteki su direnişini de örgütleyenlerden biridir. "Yağmuru bile" çok uluslu bir şirkete satan devletine karşı ayaklanan halk, nihayet Nisan 2000'de polis ve askeri püskürtüp, yabancı sermayenin suyu eline geçirmesine engel olur.

Aduviri'nin söylediğine göre, 2000'deki Cochabamba direnişinden sadece üç yıl sonra bu kez gaz için benzer bir "peşkeş" gerçekleşmiş. Halk yine ayaklanmış ve bu kez yabancıların gidişi 87 cana mal olmuş.

Filmin sonunda "Yaşamaya çalışacağız. Tek bildiğimiz şey bu" diyen Daniel'in (Aduviri) film yapımcısı verdiği hediye ise, her iki oyuncunun sahnede olduğu gibi gözlerinizin yaşarmasına sebep oluyor. Kaçınılmaz bir şekilde.

Notum: 10 üzerinden 8.
IMDB Notu: 7.3

Allah'ın ortak yaşam için süslediği doğaya/doğal kaynaklara yönelik sadece paraya tahvil için yapılan tüm acımasızlıkları domuzluk, bunları yapanları şerefsiz pezevenkler olarak ilan etmek istiyorum. İtirazı olan varsa, çıksın alta yazsın... Bu ülkedeki nükleer enerji, orman ve su talanı yapanları da pezevenkler listesinden ayırmıyorum tabii. Onlar da bu dünyanın gaddarlarından değil mi? Uzayda mıyız biz?

---
(*) Yaku: Bolivya yerlilerinin dilinde "su".

11 Nisan 2011 Pazartesi

Avrupalı aklı


Dün güzel bir haber geldi Twitter'dan. Hentbolda Antalya Muratpaşa Belediyesi, Avrupa'nın 4 numaralı organizasyonu Çalenç Kupası'nda final öncesi önemli bir avantaj yakaladı. Hollanda'dan Handball Academie'yi deplasmanda 33-32 yenen Muratpaşa, 16 Nisan'da Antalya'daki rövanş sonunda finale adım atarsa, bir Avrupa Kupası'nda bunu başaran ilk Türkiye ekibi olacak.

1980'den bu yana Avrupa kupalarında oynayan Türkiye temsilcileri, daha önce üç kez yarı final görmüş; 1991'de erkekler Şampiyon Kulüpler Kupası'nda ETİ Bisküvileri, 2008'de Erkekler Çalenç Kupası'nda Beşiktaş, aynı yıl kadınlar Çalenç Kupası'nda İzmir Büyükşehir Belediyesi rakiplerine yenilerek elenmişti.

Muratpaşa, dört orta seviye yabancı ve çok yetenekli 1990-91 doğumlu kuşağıyla harika bir takım oluşturmuş. Ama benim dikkatimi daha çok Hollanda takımı HandbalAcademie çekti. Adından da anlaşılabileceği gibi bir akademi olan bu ekip, Hollanda Hentbol Federasyonu'nun milli takım için oluşturduğu altyapı oluşumu. Ligdeki takımların 1995-1990 doğumlu oyuncularının bir araya toplandığı, örgün eğitim ve hentbolun birlikte gerçekleştirildiği ilginç bir yapılanma. Hollanda Ligi'nde oynamayan bu ekip, ülkenin Avrupa Kupası kontenjanı kullanılarak Kupa-4'te Portakallar'ı temsil ediyor. Yıl içinde bolca antrenman ve hazırlık turnuvası ile geleceğe hazırlanıyor.

Her yıl akademiye yeni bir kadro seçiliyor ve eski oyuncular "mezun" olup önemli takımlara transfer oluyor. 2006'da başlayan proje kapsamında geride kalan dönemde Bundesliga'ya bir kaç tane akademi hentbolcusu gitti bile...

Bu altyapı hamlesi ülke hentboluna da hemen etkisini gösterdi. Ortalamanın altına hentbol milli takımına sahip Hollanda, 2002'den bu yana dört kez Avrupa, bir kez de Dünya Şampiyonası finallerinde oynadı. Son Avrupa Şampiyonası'nda dev Macaristan'ı devirmeyi başarıp sekizinciliğe ulaştı. Bu başarı, Hollanda hentbolu için daha önce görülmemiş bir işti.

Sadece beş yılda geldikleri nokta ortada. Kafası basan iki adam çıkıp, bir fikir ortaya atmış. Uygulamışlar, başarılı olmuş. Bizde niye yapılmaz böyle işler?

3 Nisan 2011 Pazar

Karartılan kıta Afrika

- Uyanışın öncüsü Marcus Garvey ve izinden giden dava adamı Malcolm X'e...

İngiliz gazeteci ve aktivist Richard Dowden, hayatımda okuduğum en çarpıcı kitaplardan birini kaleme almış: Afrika - Tahrif edilmiş ülkeler, Sıradan Mucizeler. Yabancısı olduğumuz, aradaki "uzaklıkları" yeni yeni giderdiğimiz güzel ve kadersiz koca bir yeryüzü kütlesinin acıtan tarihini olağanüstü akıcılıkta yazmış Dowden. Öğretmen olarak ayak bastığı Afrika'da 30 yılda tüm yaşadıklarını harika bir örgü içinde, ülkelerin farklılıklarını ve derinliğini harmanlaştırarak ve de İngilizce'nin betimlemedeki üstün kıvraklığını kullanarak satırlarına dökmüş.

The Times, Independent, The Economist için Afrika masası şefliği yapan, BBC'ye de yine kıta ile ilgili harika bir belgesel çeken Richard Dowden sayesinde bilmediğim pek çok şeyi öğrendim. Kitap, bir "gezdim-gördüm" metninden öte, tarihi ve toplumsal bilgiler ve karşılaştırmalar da barındırıyor.

Londra'dayken aldığım bu kitabı, şu ana kadar kitapçılarda göremedim (Remzi'ye bakamadım, belki orada vardır). Ama Portobello Books'un yayınladığı kitabı internetten çok rahat (10 pound'a) temin edebilirsiniz. İngilizce bilenlerin kesinlikle kaçırmaması gereken bir kaynak olduğunu söyleyeyim. Bununla birlikte çevirmenlere ve Türkiye'de yayıncılar çok acil bu kitabı Türkçe'ye kazandırmalıdır.

Kitapta bazı ülkeleri ayrıntılı bir şekilde işlemiş Dowden. İki parça halinde Uganda ile başlıyor, Somali, Zimbabve, Sudan, Angola, Ruanda, Senegal, Sierra Leone, Güney Afrika, Kongo, Nijerya ve Kenya'yı da ayrı ayrı hikayelendiriyor. Bu ülkelerin siyasi çalkantılarından, kolonyalizme karşı mücadelelerinden tutun da yaşama dair kültürel öğelerine ve diktatörlerine kadar pek çok ayrıntıyı mükemmel bir harman ile sunuyor okuyucuya. Onun dışında Afrika'da AIDS, Afrika'daki Asyalılar ve Çin etkisi gibi konulara da ayrı bölümler ayırmış.

Bir kaç altını çizdiğim bölümü paylaşmakta fayda var:

"Avrupa'yı kabile olarak düşünmek, belki Afrika'da vatandaşlığın ne olduğuna dair size bir bilgi verebilir. Avrupa Birliği yalnızca 23 farklı dile sahip, oysa Afrika'da bu rakam en az 2000'dir. Ve burada 6 bin ila 10 bin arasında politik ve sosyal aidiyet bulunur; bunların her birinin kendi yönetimi, hukuk sistemleri, liderlikleri ve kültürleri vardır. Sınırları, bu kıtaya ayak dahi basmayan Avrupalılar tarafından Avrupa'da haritalar üzerinde çizilmiştir. Sadece yarım yüzyıl önce Afrikalılar'a bayrak, milli marşlar, hava yolları ve ordular verildi ve şimdi kendilerini bağımsız olarak adlandırıyorlar: Kenyalılar, Nijeryalılar veya Çadlılar."

"Portekizliler, Afrika'da en uzun süre kalan ve en çok sömürgecilik yapan ulustur. Angola, Mozambik ve Gine-Bissau'yu Portekiz toprağı olarak (sömürge değil) ilan ettiler ve BM'nin anti-sömürge çözümlerini reddettiler. 1975'te Portekiz'deki modern askeri darbe onları ayrılmaya zorlayana kadar da kıtadan ayrılmamakta direndiler."

"Sonuçta Avrupa emperyalizminin Afrika'ya en büyük etkisi ne politiktir, ne de ekonomik. En büyük etki psikolojik bir etkidir: Afrika'nın kendine güvenini yok etme."


"Afrika tarihinde askeri yönetime karşı halk hareketi sadece üç kez olmuştur. İlki 1985'te Sudan'ın bşakenti Hartum'da Başkan Cafer Numeyri'ye karşı yapılan ve onu indiren ayaklanmadır. İkincisi 1991'de Togo'da odu. İnsanlar sokaklara dökülüp askerleri siperlerine hapsetti, ancak Fransa tarafından desteklenen askeri diktatör Gnassingbe Eyadema isyanı bastırıp görevde kaldı. Üçüncüsü ise 2001'de Fildişi Sahili'nde gerçekleşti. General Robert Guei tanklarıyla caddeleri kapatıp gücü eline geçirmeye çalıştı, ancak Laurent Gbagbo'nun genç taraftarlarınca bu isyan püskürtüldü."


"İsrail, Afrika tarihinde en kötü bir kaç diktatöre ve Güney Afrika'daki apartheid rejimine destek sağladı. Uganda'da Idi Amin'e verdikleri açık destek dışında, Nijerya'da Sani Abacha'yı, Kongo'da Mobutu ve Laurent Kabila, Angola'da da Jose Eduardo dos Santos'u korudu."


"Somalililer geleneklerini Afrika'daki diğer grupların hepsinden çok daha sıkı bir şekilde korumuştur. Ancak son yıllarda kültür ve dinsel geleneklerde sıkı bir Arap Vahhabi geleneği ile Suudi parasının etkisi görülür. Yakın bir zamana kadar toplumda önemli bir rol oynayan Somali kadını, renkli elbiseler giyinir ve başlarını örtmezdi. Bugün Somali kadını, komple vücudunu kapatan Suudi burkası giyiyor ve erkeğinin arkasında geziyor."


AFRICA: Altered States, Ordinary Miracles
Richard Dowden

Portobello Books, İngilizce, 576 sayfa
Online sipariş - Amazon.com