2 Ekim 2009 Cuma

Yağdır mevlam empati

Çekoslovağım ben. Şu Türkiyeli insanların kıl olduğum hastalıklarından biri, medyaya bire bir yansımış; deli etmekte beni. Öteki'nin anasını becermek için yakalanan her fırsatı sonuna kadar kullanıp, işi bayağı p.çliğe kadar götürmek sevap bu ülkede. 'Karşımdaki de insandır' diyen görüldüğünde, alnı öpülesi oluyor; az bulunur leylek türü kabilinden.

İletişim, bu kelimenin karşılığını bireysel ilişkilerinde bile hakkıyla veremeyen adamlarla vücuda geliyor. Alev Alatlı gibi dev yazdığı için bile büyük gazete sayılabilecek 'fikir' neşriyatı Zaman gazetesi, her gün (hatta TV ve web'iyle her saat) alakasız/suyu çıkmış Ergenekon haberleri yaparak sürecin bir aktörü olmaya çalışıyor, 'hocasının' kıta aşırı komutlarıyla. Geçtim tarafsızlığı, haberciliğin en bilindik ahlaki temel ilkelerini dahi zaman zaman feci bir şekilde yaralayıp, manipülasyonun enva-i çeşit örneklerini sunuyor bize. (Örneklerini ilerleyen günlerde yeri gelince işleyeceğiz). Diğer yanda Milliyet (Cumhuriyet iyice manyadığı için örneklemeye gerek yok), aylarca deyneğin diğer ucuna 'b.k sürmekle' meşgul oldu.

'İyi ki Ergenekon'u bulduk, heyyoo' cephesinde Zaman ile birlikte Sabah, Star, Takvim, Yeni Şafak ön safı tutarken, (Taraf'ı ayırdım, nispeten sol tandanslı olduğu için onun heyyoo'su diğerleriyle bir değil) 'Ergenekon Yalanı' pankartını taşıyan Milliyet, kardeşlerini yanına aldı. Berlin Duvarı örülmüş, Bab-ı Ali,'Bab' ve 'Ali' olmuş, ikiye bölünmüş. Ve kamuoyu. Fikirleri. Eylemleri. Bakışları. Gördükleri. Gör(e)medikleri. Ak ve karaları.

Ama gazeteler, insanların yansıması. Onları değiştirmek için, insanlar değişmeli. Değişmeliyiz. İkisi de Ramazan ayında yaşanmış iki örnek vericem. (Önemli hatırlatma: Bu satırlarda sıklıkla gerçek yaşamdaki çevremdeki insanlardan referanslar/alıntılar bulunacaktır. Bu konuda kendilerinin anlayışına sığınıyorum. Çoğunlukla isim kullanmayacağım)

Çok sevdiğim bir çalışma arkadaşım. Radyodan ses geliyor. Bir tanıtım cıngılı. 'Ramazan sevincini falancayla yaşayın' cümlesinden sonra arkadaşım sıkıntıdan patlıyor. 'Ramazan s.kinci. Bu ne abi? Uyuz oluyorum' tepkisini duyuyorum.

Bir başka arkadaşım. Kendisi oruçlu, ben de. İftara gitmemiz yakın. 'Oruç tutmayan birisi yanımda yemek yemesin kardeşim. En nefret ettiğim olaydır' diyor.

Bu iki insan da, geniş birer kültürel çevreye sahip, en az 10 farklı ülkeden insanla tanışmış kişiler. Onlar sıradan bir olaya böyle yaklaşıyorsa, daha çok işimiz var demektir. Cemaat tabii sapıtır!

Şahsen, Fethullah Gülen denilen adamdan hiç hazzetmeyen, hatta bu hazzetmeme derecesi basbayağı nefret seviyesinde olan bir insanım. Ama çevremde kendisinin 'müridi' diyebileceğimiz insanlar var. Bir kere çıkıp da, bu konuda polemiğe girdiğimi hatırlamıyorum. Oysa ki, laf sokup küfürlü bir ortam oluşturmak için pek çok fırsat elime geçti. Ama yapmadım. Herkesin bir inandığı/inanmadığı, sevdiği/sevmediği vardır.

Birlikte yaşama kültürü, boş bir laf değil. Bunun için en önemli katık, Türkiye toplumunun insan hamurundaki içerikte bir çorba kaşığı dahi olmayan 'empati' yeteneğinden geliyor. Bir parça empati yapmak bizi kurtaracak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder