31 Mayıs 2010 Pazartesi

Tehlikeli sular

Dün gece (31 Mayıs sabaha karşı), zalimlikteki yaratıcılığı sınır tanımayan IDF (Israeli Defence Forces - ya da İsrail Devleti Faşizmi) bu kez orta vadede üzerine yıkılacak kolonu harekete geçirdi. Uluslararası kara sulardaki bir yardım konvoyuna saldırıp kan dökerek, tüm dünya halklarını tam kadro karşısına aldı.

'Bu kadarı da fazla' diyen bir gıdım insan kaldıysa, onlar da IDF'nin hiç bir şekilde mantıkla bağdaşmayacak bir hainliğiyle gerçeği görmüş oldu. Katıksız orospu çocuğu Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, Ahmedinecad'ın hakkından gelmek için sadece aynı tonda konuşmaya başlamakla kalmadı; icraatlarının hepsinde yere batasıca Ariel Şaron'u aratır oldu. 60 yıllık tarihinin en sağcı iktidarıyla ne yaptığını bilmez hale gelen bu gözü dönmüşlerin işi nereye vardıracağını düşünmek, insanın sinirlerini hoplatmak için yeterli.

Ama benim canımı, böyle bir saldırı yapacağı - üç aşağı beş yukarı - beklenen İsrail devletinin insaniyet yoksunu piç hükümeti değil de, dezenformasyon kıskacında kıvranan korku içindeki zavallı İsrail halkı ve tepkisini nereye vardıracağını bilmeyen bizim ülkemizdeki insanlar sıktı bugün. İsrailliler, - kısmen Haaretz dışında - komple bir medya bombardımanı ve bir Truman Show sarmalıyla iç içeler. Olayları 'askerimize saldıran korsanları öldürdük' yönlendirmesiyle izleyen İsrailliler, anlaşılan internetten neler olup bittiğine farklı bir gözle bakmak da istemiyor. (Tabii, dolduruşa gelen İsrailliler'den bahsediyorum) Aşrod limanında yayın yapan Mete Çubukçu'nun etrafını saran bayraklı İsrailli milliyetçilerin kutlamaları, İsrail medyasının nasıl yalan pompaladığının bir ibret vesikası.

Yine de bölgede yıllarını geçiren gazeteci Ayşe Karabat'ın dikkat çektiği çok önemli bir konu var. Bu tiksinti verici baskın, bir ara hayli etkin olmasına karşın son dönemde ülkedeki korku sarmalıyla orantılı olarak sesi cılızlaşan İsrailli barış yanlısı hareketin yeniden uyanışı olabilir. Şunu aklımızdan çıkarmayalım: Problemin nihai çözümündeki kilit aktörlerden birisi, kesinlikle İsrail'de yaşayan ve sayıları aslında hiç de az olmayan barış yanlısı ve anti-siyonist gruplardır.

Canımı sıkan diğer grup, anti-semitizmi yücelten ve giderek El-Kaide gibi terörist gruplara 'bu işi çözmesi için icazet verecek' dahiyane çözümler sunan ve maalesef ki giderek sayıları artan Türkiye'deki bazı protestoculardır. Bunun yolunu da, kullandığı dil ile Recep Tayyip Erdoğan açmıştır. Her ne kadar kendisi, 'Biz anti-semitizmi insanlık suçu sayarız' dese de, eylemleri ve yönlendirmeleri bu söyleme hizmet etmiyor. Bazı insanlardan 'Allahsız Yahudileri toplayıp meydanda yakacaksın' diyerek Hitler'i rahmetle anan söylemler duyuyoruz ki, sakat olan kafa burada.

Bir başka sakat kafa da şu fikriyatın arkasında: 'Arapça bişeler yazılı pankartlarla, Allah, allah diye protesto ediyorlar. Bunlar şeriatçı. Ben bunlarla aynı protesto içinde bulunamam.'

Nasıl bir kafa bu? Mazlumun yanında olmanın dincisi, dinsizi mi olur? Henüz 5 yaşında başına yağdırılan misket bombalarıyla ölen onlarca Ömer için sızlamayacak mı kalbin?

2007, Hebron kenti. İsrailli askerin dolu silahı Filistinli çocuğa yönelmiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder