6 Şubat 2010 Cumartesi

Düşmüş bir Baron'a...

Sevgili Aydın,

Seninle hiç yüzyüze muhatap olmadık. Zaten aynı kuşağın ve dünyanın insanı değiliz. Zevklerimiz farklı, renklerimiz de... Para konusunda aramızda denge bulmak, Kuzey Kore ile ABD arasında politik denge aramak gibi bir şey olur: beni yüzbine katlarsın.

Henüz mesleğe adım atmadan, senin karşında yerimi belirlemiştim. Beni tanıyan herkes bilir ama işlerinin yoğunluğu nedeniyle sana iletemedim, sen de öğren. Bu zor günlerine denk geldiği için kusura bakma. Brütüs gibi olduğuma yorma lütfen.

O sıralar başını kaşıyacak vaktin de yoktu zaten, ülkeyi 'yeni enformasyona boğma' görevi sendeydi. Mesut'a taktığın kontrol iplerine odaklanmıştın, kimseyi sallamıyordun. Bir iş yaparken, başka uğraşıyı sevmezsin, farkındayım.

Hep o kare göz önüme gelir, baron. Dişlerin arasında ha düştü düşecek, ezilmiş ucu acılar içindeki puronu yudumlar gibi içine çekerken, yağlı saçlarının geriye tarandığı, gözlerinin içi gülen poz. İşler yolunda resmidir bu. Gazeteler, TV'ler, yeni yeni palazlanan internete e-kolay'la atılan adımlar, sonra petrol işi...

Bir kaç yıl sonra yaşadığın ayrı bir keyif anını da saklama bizden hadi. Milyarlık suitinde bacak bacak üstüne atarak, bir kadeh kırmızı şarabı üç saatte tüketerek bir macera filmi modunda izlediğin, el koyma operasyonu gecesinden bahsediyorum. Şahsi telefonunu dahi sessize almıştın kimse bozmasın diye bu keyfi. Vahşi Cem Uzan'ın STAR'ı lime lime devlete taşınırken, avucunun içini hafif bir kaşıntıdır almıştı.

Şişman Aydın, bilmiyorum o an aklına gelmiş miydi? Düşünüyorum da, yerinde olsam ben tasavvur ederdim. 'Benim başıma da böyle bir şey gelir mi? Önlemlerimi alayım' diye... Tilkisindir, 'Bu işleri bana öğretme' üst bakışı mizacındır. Ama pek işe yaramadı galiba. Hürriyet'teki tüm yaranma operasyonları, canavarı doyurmaya yetmedi. Öyledir ama bu işler. Büyük denizin büyük balığı olur.

Başa dönelim. 'Aydın Doğan medyasından sonuna kadar uzak duracağım' sözümü Allah'a bin şükür ki, üstelik bu kadar sıkıntılı ve alternatifsiz bir iş kolunda sana muhtaç olmadan tuttum. Senin işlerine girmedim.

Ha, evet. Beş parasız kaldığım 2004 yazında, bir arkadaşım askere gidince onun yerine iki-üç yazı yazdım Hürriyet'e. Girmeme yemini ettiğim 'Amiral gemisinin' kamarasına adım attım bir iki kez zorunluluktan. Ama bu çok kısıtlı ve zorunlu hizmet, ne fark yarattı, ne de bir etki bıraktı. Bana 400 kağıt falan yatırdı muhasebe bu iş karşılığı. Lazımsa geri verebilirim.

D Spor'da falan işler yaptım. Ama orası pek senlik bi yer değil. Haberin bile yoktur öyle bir işin olduğundan. Gönül eğlendirmeye, maç yorumlamaya geldiğim CNN Türk ziyaretleri ise parasal bir ilişkinin dışındaydı. Arkadaşlarıma yardımcı olmaktı niyet. Zaten yorumcuydum, adı üstünde.

Şimdi 'küçülmekten' bahsettiğini duyuyorum. Dün gördüm Milliyet'i satmışsın Koza'ya. Galiba tam olarak bitmedi o iş. Flaş giren haberler geri çekilmiş sitelerden. Önemli değil, olacağı odur, er ya da geç. Satacaksın mecburen bazılarını. Haddinden fazla kiloyu çekmez bu bünye. Zayıfla biraz.

Küstahça bulacağın bu satırlarımı bitirmeden bir de itirafta bulunayım. Başbakan'ın isim vererek sana yüklenmesi de haksızlıktı. Sinirlendim. Hayatımda bir konuda da olsa senin yayında yer alacağım aklıma dahi gelmezdi. Vergi borçlarını bilemem, onun çıkıp hesabını verirsin. Ama Tayyip'in yandaş medyasını güçlendirme adına sana Allah ne verdiyse yüklenmesi, benim de içimi acıttı. Oy kokan pis hareketler bunlar.

Baron Aydın. Hey gidinin Baron Aydın'ı. Şimdi... Yürü ve eğ kafanı biraz. Kalın enseni görelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder