27 Aralık 2010 Pazartesi

İçimde koca bir kent

Ağustos 2009'dan 15 ay sonra doğduğum ama bir türlü doyamadığım deniz esintili sahil kenti Samsun'daydım. Bir kaç aralık günü kaldım orada; şansıma eylül ayından çalınmış günlerdi. Yine de çok dolaşamadan geri döndüm İstanbul'a; yaşam bulamacı sekiz bin yıllık başkente.

İnsan garip bir varlık. Yaşanmışlığın birikintisi ve aradan geçen zaman ilginç bir örgü örüveriyor içine. 'An' esnasında hiç hissiyat oluşturmayan mekanlar, insanlar, duvarlar, sözler ve diğer yaşam parçacıkları, nedense yıllar ve yıllar sonra içi ısıtan birer objeye/tınıya rahatlıkla dönüşebiliyor. Çölde doğan biri, ormanın ortasında çölü özleyebiliyor. Bu, zamanın geri sarılamaz özelliğinin, hatıralarla birlikte insanı sarsmasından kaynaklanıyor büyük oranda. O günler için 'nefret edilesi' ya da 'kurtulunması gereken' birer nesneye dönüşen herşey, nostaljik tadlı hüzün sosuyla bir bilgelik katıyor bireye...

Şimdilerde tanıdıklarımın bir elin parmağına düştüğü, sokaklarında dışarıdan bir ziyaretçi gibi dolaştığım, her caddesinde adım izimin bulunduğu Samsun ile kişisel ilişkim hiç böyle olmadı aslında. 10 yaşındayken bile yaşadığım kenti çok seviyordum. Hiç bir zaman uzağı özlememiştim. Hatta merak dahi etmezdim (İç Anadolu'yu ancak 18'imde görebildim. İstanbul'a ilk geldiğimde 20 yaşındaydım. Akdeniz'e 25'imde, ülke dışını 27 yaşında indim).

Ama mecburdum ayrılmaya Samsun'dan. Bunu biliyordum ve bu konuda tahminlerimin çok dışında bir şey yaşamadım. Üç aşağı beş yukarı planladığım gibi gitti yaşamım şu ana kadar. Şimdi de gelecek için hep Samsun'da bir sahil evinde huysuz bir ihtiyar olarak oturup denize bakarak ve yazarak yaşamımı noktalamak var aklımda. Halikarnas Balıkçısı'nın Bodrum'u, Can Yücel'in Datça'sı varsa, benim de Samsun'um olmalı. Çünkü bir birlikteliğim var bu kentle.

Samsun sokakları köhneden bozma, dar, girift, ama garip bir tezatla aydınlıktı ben bıraktığımda. Hatta son gittiğimde dahi bu izler yerindeydi. Bu kez kenti çok daha yenilenmiş, düzenli ama o eski halini de koruyan bir şekilde buldum. Üstün körü bakıldığında mimari olarak görünür çok şey eklenmiş. Örneğin, Samsun gibi yüzde 70'i eğim üzerine yerleşmiş bir şehir için en basit tabirle 'komik duran' Tramvay gelmiş. Karadenizli usulü. Hiç lüzumu olmayan bu gereksiz hamleyi tutmadı gözüm hiç. Ama sahilin iyiden iyiye şehirle bütünleşmesi ve bulvara kadar tüm ara sokakların güzelce düzenlenip parkelenmesi, Samsun'a neredeyse bir Yunan, İtalyan ya da İspanyol kenti havası vermiş. Güzelliğinin yenice farkına varan ve sergilemeye başlayan bir kadın gibi.

Önümüzdeki yıl Samsun'a bir kaç kez gitme fırsatım olacak sanıyorum. Daha ayrıntılı hikayeler ve fotoğraflarla bu bahsi genişletmeyi isterim. Zaman akıyor. Akan suya arada avuç daldırmakta fayda var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder