23 Ağustos 2010 Pazartesi

Boykot aslanım, boykot

'Siyaset kafiri' bir insan olarak ülkenin referandum boykotunu en rahat uygulayacaklarından arasındayım. Çünkü oy atmaya gitmedim, gitmem. TV'lerin canlı yayın şehvetini azdıran sidik yarışı ayarındaki 12 Eylül Referandumu'nda da tavrım farklı olmayacak.
---
18, legal porno izlemenin yanında, aynı zamanda oy kullanma yaşı. 18'ime girdiğimde niyet ettim oy kullanmamaya. Beş boş seçim geçti üzerinden, bölmenin arkasındaki sandığın yanı başına sokulmayalı.

Bir arpa boyu yol alındı. Ve hala aynı beylik haykırışlar çınlıyor, milli takım alkışlar coşkunluğundaki kalabalıklara. Karşıya taşlar atılıyor, önceden çalışılmış sıfatlar eklenerek cümlelere. Bağırarak siyaset, başat gidiyor bu mecralarda. Hala.

Ben oy kullanmamaya karar verdiğimde, üniversitenin önünde gözündeki yaşı vakur durmak için özenle dökmemeye çalışan ve kazanılmış hakkı ellerinden alınan başörtülü kadınlara destek için yapmıştım bunu. Bu saçma sapan yasak kalkana kadar kutsallık atfettiğiniz bu görevde (oy atma işlemi) ben yokum. Yasak hala sürüyor, benim inadım da...

Şimdi çok daha fazla gerekçem var: Yalancı özgürlüklerle kandırılmamak için oy kullanmıyorum. Önder Sav'ın, Cemil Çiçek'in, Melih Gökçek'in maaşlarının hukuksal zeminine el vermemek için oy kullanmıyorum. Ciddiye dahi alınmayıp balyalar halinde geri dönüşüm merkezlerine gönderilip gazete kağıdına dönüşen 10 milyon oyun içinde olacağım için yorulmuyorum. Orman arazilerini çiftliğine çevirip satan bakanların bulunduğu yüce meclisin dokunulmaz duvarında hala komedi gibi 'Millet Meclisi' yazdığı için garip buluyorum bu eylemi. Ben yokum.

('Yoksan, bi s.ktir git. Ne konuşuyorsun?')

Deme öyle, darılırım. Gücenirim. Boykot, bir erdemdir. Ne yapacağını bil(e)memek ya da korkuyla bulamaç olmuş bir kaçak güreş değildir. Gün gelir de, bir seçimde 50 milyon seçmenin 30 milyonu sandığa gitmezse, o zaman 'çözüm siyasetine' elverecek beyinler yeşerir işte. Kuru gürültüleri bırakıp, 'Ne yapıyoruz biz'e doğru yönelir düşünceler.

Genel seçimde bunu uygulamanın zorluğunun farkındayım. Ama işte böylesine dolaylı yoklamalar (yani referandumlar) bu mesajın tam yeridir. Hem de böylesine göz boyama bir konu üzerine...

Yapılan değişiklikleri şuradan inceleyiniz. Hayır kampanyacılarının iddia ettiği gibi 'hayırsız' bir metin değil. Çoğu maddede olumlu katkılar var.

Ama EVET oyunuz, sadece bu olumlu katkıları mı onayacak? Hayır. Aynı zamanda AKP'nin dayatmacı zihniyetine bir destek çıkmış olacaksınız. Onlarca değişmesi gereken madde yerinde dururken, YÖK kaldırılmamışken, dokunulmazlıklar ve yüzde 10 barajı yerinde sayarken, demokrasi türküsünün nakaratına ortak olacaksınız. Bu da 'yalan demokratlık' olacak. Yani tam da Erdoğan'ın 'Eğer hayır derseniz, sonucuna katlanırsınız' tembihine uygun bir demokrasi şablonuna yerleşeceğiz. En iyisini bilenlerin dikte ettiği, cımbızlı metinlerle düzülmüş bir geleceği, 'katıksız bir uygarlık' yolu olarak kampanya edivermek, ancak böyle bir faydacı siyaset geleneğinin icraatı olurdu. Onlar da türkülerini bu yolda bestelettiler. Bangırdıyor, Mecidiyeköy Metro çıkışında...

Ya diğer kanat? Statüko tapınaklarında kapıları sıkı sıkıya kapatanlar? Hayır ile koruyacakları kutsal metinleriyle nereye kadar gidecekler? Eninde sonunda yakılacak olan bu metinleri biz değiştireceğiz diyorlar. Bu blöfleri kaç kez yer insanlar? Kuru bir 'diktatorya istemiyoruz' söylemi, sığ bir parti odaklı muhalefet değil mi? Savunma mekanizmasına 'asker' ve 'rejim' besmelesiyle başlanan metinlerle ne kadar ilerici bir muhalefet üretebilirsiniz?

Değişiklik istiyoruz. Yarım yamalak değil, komple bir değişiklik. O yüzden, bu olmadı. Veremi gösterip sıtmaya razı edilmenin gelenek olduğu ülkede yeni tavırlar, yeni bakışlar ve yeni duruşlar istiyoruz.

Değişikliğe evet, dayatmaya hayır.

---
İronik bir şekilde, ülkücü hitabıyla kendisine olan büyük saygımı haykırdığım Yıldırım Başkan, velvele-i şahane eylemiş yeniden, Radikal'deki muzip pazartesi sütununda. Şöyle edebi satırlar okuyoruz aralarda, hayretlere düşerek:

Cumhuriyet tarihinin en karşılıksız umudu; toplum olarak yaşadığımız erozyonun kumaşı bozuk neticelerinden Kılıçdaroğlu ile hoyratlığıyla kalplerde kurmuş olduğu tahtta öfkeyle hop oturup hop kalkan Erdoğan karşılıklı salvolarıyla söz konusu referandumun nemene bir garabet olduğunu kanıtlıyorlar. Her ikisi de aynı gerekçelerle aynı şeyi savunan iki mahalle efesine benziyor. Birbirlerinin karşısına düşmüş olmaları tamamen tesadüf.
(Yıldırım Türker, 23 Ağustos 2010, Pazartesi - Radikal)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder