5 Temmuz 2010 Pazartesi

Anılardan bir dost gelir

Giderek daha fazla sinirlerimi kaldıran bir oyun olan futbolu iyiden iyiye öldürdüler. Bazılarının para kaynağı, bazılarının politik kazanım beklentisi, birilerinin ise üstünlük taslama aracı olan futboldan bahsediyorum; çocukluğumuzda yıllar yılı heyecanla beklediğimiz zirve organizasyonu Dünya Kupası'nın bile artık nisan karpuzu kadar tat vermeyen bir keyife dönüşmesinden...

Öldürdüler tüm keyfini futbolun. Mussolini bozması kulüp başkanları ve sezon boyunca içine sarmalandığı saçmalıklarıyla yeni bir lümpen aşık atma alanı yaratıldı, olayı bahse endeksleyen futbol takipçilerince...

Biraz önce Okay Karacan'ın güzel seslendirmesiyle Kanal 24'te Hugo Sanchez'in anılarını dinledim. Beni 20 yıl öncesine, futbolu ilk sevdiğim günlere götüren büyük Hugo'yu. Dinlerken derinleşen bakışlarımı hissetmeden konuşmaya devam etti Hugo, anılarını anlattı. Ne güzeldi.

Unutulmuş bir akraba gibiydi Hugo. 80'lerin sonuna doğru mahallemizin köşesinde renkli TV'si bulunan kahveye her pazar akşamüstü uğrardı. Sigara dumanının kesif kokusunda attığı rövaşata gollerle ile mahallenin top peşindeki çocuklarını büyülerdi. Kenarı baklava dilimi gibi kıvrılan, TEKA reklamlı muhteşem formasıyla dönemin kült takımı Real'in prensiydi.

Ben, mahallede hep Hugo Sanchez olurdum, savunmada oynamama rağmen. 'Türk' maçıysa Şifo Mehmet, 'yabancılar kapışacaksa' Hugo Sanchez'dim. Hugo-Butrageno ikilisinin çocukluğumuza kattığı hayret verici güzellikler yüzünden Real Madrid'li oldum. Sonra Allah bize Raul'u bağışladı. Hierro'yu, Redondo'yu, Casillas'ı sevdik, alkışladık.

Sonra Mussolini geldi. Ne tesadüf ki o ara, futbol da iyiden iyiye çirkinleşmişti. 'İtalyan işi' övgü alıyor, Inzaghi'ye büyük forvet muamelesi yapılıyor, para babaları 'Allahıyım ben bu işin' diye avaz avaz bağırıyordu. Mussolini, bir Ortadoğu düğününde damat babası gibi para saçtı etrafa; Figorotti, Ronaldoski gibi bir sürü şov elemanıyla ortalığı ayağa kaldırmayı amaçladı. Sonra kazık döndü, kıçına girdi.
Gitti.

Üç yıl sonra geri geldi, kaldığı yerden devam edip aklınca bir rüya takım oluşturmak için çeşitli eylemlere girişti.

Mahvetti. Çocukluğumun sevimli hatıralarının takımı, güzel Real'imin içine etti, piçin doğurduğu Mussolini. Beyaz ve pelerin formalı takımın rengi bile değişti. Küflü şeftaliye benzeyen renkteki formalarla oynamakta dahi artık bir beis görmüyorlar.

Hugo'yu görünce oyunun zerafetini hatırladım. Yılların geriye gitmesini hiç bu kadar dilememiş miydim acaba? Keşke hep 1988'de kalsaydık. Sonsuza kadar. Hiç duvar yıkılmasaydı. Ve hiç Hugo unutulmasaydı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder