Hayal bu ya... Gazete kurdum kendime. Hep sövdüğümüz medyada güzel insanların da var olduğunu biliyorsunuz. Onları bir araya getiren, sözünü sakınmayan, ama gazetecilikten başka bir iş de yapmayan (petrol, gsm, inşaat) bir gazete... Yani beşinci ayında The Guardian'a, New York Times'a ve Frankfurter Allgemaine Zeitung'a rakip olacak bir gazete.
Türkiye'deki gazetecilik rezervlerinin en iyilerini bir araya getiren bir rüya bu. Çaycısı olmanın Habertürk'e müdür olmaya yeğ olduğu bir gazete. Bu bir ekip bir araya gelsin, 45 yaşıma kadar çaylarını taşımazsam namerdim!
İDEAL
"Günlük bağımsız aktüalite gazetesi"
Eş-yazı İşleri Müdürleri: Ruşen Çakır, Balçiçek İlter
Yayın Kurulu: Selçuk Tepeli, Fuat Kozluklu, Ece Temelkuran
Gündem: Ezgi Başaran, Mete Çubukçu, Murat Yetkin, Murat Akgün, Özlem Gürses, Mirgün Cabas.
Ekonomi: Uğur Gürses, Deniz Gökçe, Meliha Okur.
Dünya: Ceyda Karan, Erdal Sağlam, Ahmet Bağçeci, Ayşe Karabat.
Köşe Yazarları: Yıldırım Türker, Murat Belge, Roni Margulies, Dücane Cündioğlu, Ece Temelkuran, Mehmet Bekaroğlu, Alev Alatlı, Amberin Zaman, Umur Talu, Mehmet Altan, Baskın Oran, Etyen Mahcupyan, A.İhsan Eliaçık, Kürşat Bumin, Ahmet İnsel, Tanıl Bora, Kemal Can, İsmet Berkan, Vivet Kanetti, Deniz Ülke Arıboğan.
Spor: Alp Ulagay, Yiğiter Uluğ, Bağış Erten, Murat Ağca, Murat Yığcı, Kıvanç Koçak, Atilla Gökçe, Bülent Gürkan, Dağhan Irak, Hakan Can, Şaban Petek, Uğur Meleke.
Kültür-Sanat: Cem Erciyes, Yekta Kopan, Alin Taşçıyan, Muhsin Akgün (fotoğraf), Hayko Çepkin (haftalık yazar), Orhan Pamuk (haftalık yazar), Emrah Serbes, Necmiye Alpay, Semih Gümüş, Tarık Tufan.
İnternet-Teknoloji: Serdar Kuzuloğlu.
Röportaj: Nuriye Akman, Ahu Özyurt.
Karikatürist: Selçuk Erdem.
Ombudsman: Oğuz Haksever
Ziyaret için bile olsa içeriye giremeyecekler listesi (24 saat güvenlikte asılı kalmak kaydıyla!): Rasim Ozan K., Mustafa Karaalioğlu, Y-ozdil, Mümtazer Türköne, Emre Aköz, Ergun Babahan, Sergen Yalçın, Emre Tilev, Selahattin Önkibar, Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı, Saba Tümer, Mine Kırıkkanat, Ruhat Mengi, Nagehan Alçı ve şürekası, milletvekili olan Şamilgiller ve hülâsası, Helin Avşar, Yiğit Bulut.
18 Ekim 2011 Salı
17 Ekim 2011 Pazartesi
NTV'nin havalı sezon açılışı
Aylardır TV ekranlarında görmediğim Ruşen Çakır'ı CNN Türk'te konuk olarak izlediğim bugün, NTV'nin 'yeni' yayın dönemine girdi. Kendi içinde bir çatışma anı. Ruşen Abi'nin (de) olmadığı bir yeni yayın dönemi, NTV'nin son bir kaç yılda negatife doğru dönüşümünün köşe başı.
Kanala yıllarca emek vermiş Ruşen Abi, geçtiğimiz sezon 'baskılar altında' tamamladığı Yazı İşleri'nden sonra dinlenmeye alındı. Yaz aylarını Burcugillerle geçiren NTV, anlaşılan bu dönemde inşaata hız vermiş. Ve övüne övüne bitiremedikleri yeni Doğuş binasındaki stüsyolarını açtılar bugün. Işıklı mışıklı, kübik bir tasarım. Boş ve nahoş.
NTV'nin haberciliği, geçtiğimiz seçim döneminde çok ciddi yaralar alırken, (benim aman aman bayıldığım bir insan olmasa da kuşkusuz iyi bir haberci) Banu Güven'in ayrılmasıyla izleyici nezdinde sorgulanmaya başladı. Programların etliye-sütlüye girmemesi, haber bültenlerinin içeriklerine ayar çekilmesi, iyi programların yayından kaldırılması 'bildiğimiz NTV kıvamının' sulanmasına neden olan gelişmelerdi. Ya şimdi?
Şimdi mimari ve teknik üstünlüğüyle caka satan bir 'habercilik devi' var karşımızda. Habertürk gibi. 'Bazıları gibi' laf çakmalarıyla dolu küçük tanıtım filmleriyle geçirdikleri geçen sezonun ardından onlara benzemekte olan bir kuruma dönüşüyor NTV. Yaratıcı kuşaklar, iyi haberciler, ses getiren haberler, yerini 'Türkiye'nin en teknolojik stüdyosu, bol ışık, bol güzel yüz ve cafcafa' bırakıyor... Bir tane Yiğit Bulut'a ihtiyaçları olacak. Zira bu yeni mantaliteye, 'Biz en iyiyiz' edebiyatının ebedi nobellisi Yiğit Reyiz gider en iyi.
Artık pek bir özelliğin yok NTV. Yıllarca üzerine koyduğun sermayeni çabuk yiyip bitir de temiz olsun.
Kanala yıllarca emek vermiş Ruşen Abi, geçtiğimiz sezon 'baskılar altında' tamamladığı Yazı İşleri'nden sonra dinlenmeye alındı. Yaz aylarını Burcugillerle geçiren NTV, anlaşılan bu dönemde inşaata hız vermiş. Ve övüne övüne bitiremedikleri yeni Doğuş binasındaki stüsyolarını açtılar bugün. Işıklı mışıklı, kübik bir tasarım. Boş ve nahoş.
NTV'nin haberciliği, geçtiğimiz seçim döneminde çok ciddi yaralar alırken, (benim aman aman bayıldığım bir insan olmasa da kuşkusuz iyi bir haberci) Banu Güven'in ayrılmasıyla izleyici nezdinde sorgulanmaya başladı. Programların etliye-sütlüye girmemesi, haber bültenlerinin içeriklerine ayar çekilmesi, iyi programların yayından kaldırılması 'bildiğimiz NTV kıvamının' sulanmasına neden olan gelişmelerdi. Ya şimdi?
Şimdi mimari ve teknik üstünlüğüyle caka satan bir 'habercilik devi' var karşımızda. Habertürk gibi. 'Bazıları gibi' laf çakmalarıyla dolu küçük tanıtım filmleriyle geçirdikleri geçen sezonun ardından onlara benzemekte olan bir kuruma dönüşüyor NTV. Yaratıcı kuşaklar, iyi haberciler, ses getiren haberler, yerini 'Türkiye'nin en teknolojik stüdyosu, bol ışık, bol güzel yüz ve cafcafa' bırakıyor... Bir tane Yiğit Bulut'a ihtiyaçları olacak. Zira bu yeni mantaliteye, 'Biz en iyiyiz' edebiyatının ebedi nobellisi Yiğit Reyiz gider en iyi.
Artık pek bir özelliğin yok NTV. Yıllarca üzerine koyduğun sermayeni çabuk yiyip bitir de temiz olsun.
9 Ekim 2011 Pazar
Her tür ırkçılıktan bir demet rica edeyim
Son günlerde Abdullah Öcalan'a özgürlük için harekete geçen inisiyatifler, eylem ve çatışma düzeneğini oluşturmuş durumda. Kürt halkının her bir sorunu çözülmüş gibi, bu karmaşada önceliği 'Apo'ya özgürlük'e verenler var anlaşıldığı kadarıyla...
Kürtlerin bugüne kadar devlet zulmü altında ezilirken, elde edilen bir bölüm hakların, Abdullah Öcalan'ın başlattığı terör hareketinin sonrasında kendilerine verildiği mâlum. Ama burada 'Bu iş ancak böyle oluyor, kafalarına vura vura alacağız hakkımızı' sonucu çıkacağını hiç sanmıyorum.
Devlet güçlerinin hâlâ zorbalık yaptığı, 7 bin küsür KCK'lıyı sindirme amaçlı demir parmaklıklar ardına attığını unutmayalım. Uzatılan sınırötesi tezkerelerin, hâşin Bahçeli Başbuğ'un 'Kandil'e bayrak dikme' saçmalıklarıyla sorunun çözülemeyeceği de mâlum. Ama şu da kesin ki, Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması da bir çözüm olmayacağı gibi, zaten girift olan meseleyi iyice arap saçına döndürüp, ülkedeki iki ultra milliyetçi kümeyi çeteler savaşına çeker.
Abdullah Öcalan'ın birileri için özgürlük savaşçısı olarak kabul edilebilir. Bu birileri, büyük bir kitle de olabilir (Ki Güneydoğu'da Öcalan'dan hiç hazzetmeyen hatırı sayılır sayıda insanının da Kürt milliyetçi zorbalarca sindirildiğini biliyoruz. Hürriyet yazdığı için değil, onlarca Kürt arkadaşlarımızdan bizzat duyduğumuz için biliyoruz!). Ama bu, adamın suçlu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Öcalan, bunca insanın hayatını kaybettiği bir sorunda baş suçlulardan birisidir. Cezasının eksiltilmesi, adaletin gramla dağıtıldığı bu ülkede tüm itimat söylevlerinin üzerine siyah bir bant çeker.
Kürt sorununda, "terör" tarafının baş sorumlusu hapisteyken, aynı kirli savaşı "devlet" adına verenlerin dışarda olmasıdır sorun. Mehmet Ağar ya da her kimse, 90'lı yılların şerefsiz askerliği sorgulanarak ve gerekli cezalara çarptırılarak tam adalet sağlanır. Suçlular salınarak değil.
Kürt kardeşler, Öcalan'a özgürlük ile sidik yarışında uzağa işemekten evlâ bir sembolik hedeften sıyrılıp, asıl meselelere odaklanmalı. BDP, "emir kulu" partisi kıvamından çıkıp, halkını seslendirmeli.
Üç hilalli ırkçılıktan yeterince çektik, bir de üç renkli ırkçılıkla uğraşmayalım.
Kürtlerin bugüne kadar devlet zulmü altında ezilirken, elde edilen bir bölüm hakların, Abdullah Öcalan'ın başlattığı terör hareketinin sonrasında kendilerine verildiği mâlum. Ama burada 'Bu iş ancak böyle oluyor, kafalarına vura vura alacağız hakkımızı' sonucu çıkacağını hiç sanmıyorum.
Devlet güçlerinin hâlâ zorbalık yaptığı, 7 bin küsür KCK'lıyı sindirme amaçlı demir parmaklıklar ardına attığını unutmayalım. Uzatılan sınırötesi tezkerelerin, hâşin Bahçeli Başbuğ'un 'Kandil'e bayrak dikme' saçmalıklarıyla sorunun çözülemeyeceği de mâlum. Ama şu da kesin ki, Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması da bir çözüm olmayacağı gibi, zaten girift olan meseleyi iyice arap saçına döndürüp, ülkedeki iki ultra milliyetçi kümeyi çeteler savaşına çeker.
Abdullah Öcalan'ın birileri için özgürlük savaşçısı olarak kabul edilebilir. Bu birileri, büyük bir kitle de olabilir (Ki Güneydoğu'da Öcalan'dan hiç hazzetmeyen hatırı sayılır sayıda insanının da Kürt milliyetçi zorbalarca sindirildiğini biliyoruz. Hürriyet yazdığı için değil, onlarca Kürt arkadaşlarımızdan bizzat duyduğumuz için biliyoruz!). Ama bu, adamın suçlu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Öcalan, bunca insanın hayatını kaybettiği bir sorunda baş suçlulardan birisidir. Cezasının eksiltilmesi, adaletin gramla dağıtıldığı bu ülkede tüm itimat söylevlerinin üzerine siyah bir bant çeker.
Kürt sorununda, "terör" tarafının baş sorumlusu hapisteyken, aynı kirli savaşı "devlet" adına verenlerin dışarda olmasıdır sorun. Mehmet Ağar ya da her kimse, 90'lı yılların şerefsiz askerliği sorgulanarak ve gerekli cezalara çarptırılarak tam adalet sağlanır. Suçlular salınarak değil.
Kürt kardeşler, Öcalan'a özgürlük ile sidik yarışında uzağa işemekten evlâ bir sembolik hedeften sıyrılıp, asıl meselelere odaklanmalı. BDP, "emir kulu" partisi kıvamından çıkıp, halkını seslendirmeli.
Üç hilalli ırkçılıktan yeterince çektik, bir de üç renkli ırkçılıkla uğraşmayalım.
6 Ekim 2011 Perşembe
Bir doğa kahramanı: Roz Savage
"Just keep going, just keep rowing..."
Böyle diyordu Britanyalı kürekçi Roz, kendisini motive ederken. Küçük dünyamızın vahşi sularının her dalgasına bizzat değmişliği var bu kadının. Üçüncü Okyanus küreğini de tamamladı iki gün önce. Roz Savage, böylece dünya üzerinde Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusu'nu tek başına sadece kürek çekerek geçen ilk kadın olmayı başardı. Dünyayı, su kaynaklarını, ormanları acımasızca tükettiğimiz günlerde okyanusun açıklarında yaşamın ne kadar değerli olduğunu ispat etti takipçilerine. Teknesinden internete yansıyan anlık sinyal ile, binlerce takipçisi anbe an onu takip etti. Roz, Pasifik'e göre pamuk gibi olan Hint Okyanusu'nun dalgalarıyla baş ederek 154 günlük macerasını tamamladı.
Eski bir Oxford kürekçisi olan Roz, büyük bir iş başardı. Gezegenin sömürülen zenginliklerini gördü. Güzelliklerini okşadı. Ve bize 'bindiğimiz dalı' kesmememiz gerektiğini hatırlattı. Ekolojik dengenin ne kadar önemli olduğunu...
Roz Savage, Üç Okyanus performansı:
Atlantik - 14 Mart-6 Ekim 2006 (103 gün)
Pasifik - 1. bölüm: 25 Mayıs-1 Eylül 2008 (99 gün), 24 Mayıs-5 Eylül 2009 (104 gün), 18 Nisan-3 Haziran 2010 (45 gün)
Hint - 4 Nisan-4 Ekim 2011 (154 gün)
Atlantik'teki kürek performansından bir bölüm: YOUTUBE
Bilge
Nuri Bilge Ceylan, amansız takipçisi olduğum, sanatıyla beni çevrelemiş yönetmenlerden biridir. Kötü işi konduramam kendisine. Bir gün kötü bir iş gelecek diye korkarım, ama gelmez. İklimler, diğer filmlerine kıyasla "daha az" sevdiğim bir filmi oldu, hepsi o kadar. Usta, benim gözümde her yeni filmiyle büyülü dünyasını beğeni atmosferimin bir üst tabakasına taşımayı başardı.
Ceylan'ın stilinin herkese gitmeyeceğini biliyorum. Filmleri biraz kitap okumaya, biraz tablo bakmaya benzer. Ama bu tarzın, bana sorarsanız en güzel yanı da karakter çözümlemeleri için harika ipuçlarıyla dolu psikolojik çözümlemeleri yapmaktır. Karakterlere asla 'film için yazılmış' diyemezsiniz. Sanki sinemadan çıkınca Şişli Etfal'in köşedeki simitçinin önünde toslaşacakmışsınız kadar gerçektirler.
Bu karakterleri bu kadar kanlı canlı kılan, kuşkusuz Bilge'nin harika gözlemleri kadar yazdığı nefis diyaloglar. Daha doğrusu, Nuri Bilge'nin diyalog yazdığını da düşünmüyorum. Sadece neler söyleyeceğini anlatıyor bence oyuncularına. Onlar da uyguluyor. Çünkü yazılmış bir diyalog, bu kadar iyi olmadı sinema tarihi boyunca. Hiç olmadı. Ya da şöyle diyeyim: Ben bu kadar gerçekçi diyalogları olan başka sinemacı görmedim.
Son filmi Bir Zamanlar Anadolu'da, harika bir iş. Ama diğer filmlerinden ayrılan iki yönü var. Birincisi, Nuri Bilge filmlerinde görmediğimiz kadar uzun olması (157 dakika). İkincisi de - belki de uzun olmasıyla bağlantılı - yine daha önce hiç tanık olmadığımız kadar "kahkaha karesi" barındırması.
Film, estetize ve pastel tonların (özellikle bir buçuk saate yakın gece bölümünde) ağırlıkta olduğu eşsiz Nuri Bilge planlarıyla dolu. Ama hikaye (Öküz Hıncal'ın beyni almamış olabilir, onun sorunu) yine gayet çarpıcı ve ilerledikçe kişilik analizleri ve yan hikayelerle zenginleşiyor. Üç Maymun'da ve Uzak'ta sıkça vurguladığı 'iki yüzlü ve sinik' insan tipini, Orta Anadolu'nun mâlum kaba-saba bozkır insanıyla yoğuruyor bu kez akıllarda. Ortaya da enfes karakterler çıkıyor.
Muhtar'ı oynayan filmin ortak senaristi Ercan Kesal, artık usta bir jön diye tarif edebileceğimiz Taner Birsel, usta oyuncu Yılmaz Erdoğan ve de Ahmet Mümtaz Taylan, gerçekten akıllara kazınan performanslar çıkarmışlar filmde.
Bir Zamanlar Anadolu'da / Yön: Nuri Bilge Ceylan
Film notum: 10 üzerinden 9.
Ceylan'ın stilinin herkese gitmeyeceğini biliyorum. Filmleri biraz kitap okumaya, biraz tablo bakmaya benzer. Ama bu tarzın, bana sorarsanız en güzel yanı da karakter çözümlemeleri için harika ipuçlarıyla dolu psikolojik çözümlemeleri yapmaktır. Karakterlere asla 'film için yazılmış' diyemezsiniz. Sanki sinemadan çıkınca Şişli Etfal'in köşedeki simitçinin önünde toslaşacakmışsınız kadar gerçektirler.
Bu karakterleri bu kadar kanlı canlı kılan, kuşkusuz Bilge'nin harika gözlemleri kadar yazdığı nefis diyaloglar. Daha doğrusu, Nuri Bilge'nin diyalog yazdığını da düşünmüyorum. Sadece neler söyleyeceğini anlatıyor bence oyuncularına. Onlar da uyguluyor. Çünkü yazılmış bir diyalog, bu kadar iyi olmadı sinema tarihi boyunca. Hiç olmadı. Ya da şöyle diyeyim: Ben bu kadar gerçekçi diyalogları olan başka sinemacı görmedim.
Son filmi Bir Zamanlar Anadolu'da, harika bir iş. Ama diğer filmlerinden ayrılan iki yönü var. Birincisi, Nuri Bilge filmlerinde görmediğimiz kadar uzun olması (157 dakika). İkincisi de - belki de uzun olmasıyla bağlantılı - yine daha önce hiç tanık olmadığımız kadar "kahkaha karesi" barındırması.
Film, estetize ve pastel tonların (özellikle bir buçuk saate yakın gece bölümünde) ağırlıkta olduğu eşsiz Nuri Bilge planlarıyla dolu. Ama hikaye (Öküz Hıncal'ın beyni almamış olabilir, onun sorunu) yine gayet çarpıcı ve ilerledikçe kişilik analizleri ve yan hikayelerle zenginleşiyor. Üç Maymun'da ve Uzak'ta sıkça vurguladığı 'iki yüzlü ve sinik' insan tipini, Orta Anadolu'nun mâlum kaba-saba bozkır insanıyla yoğuruyor bu kez akıllarda. Ortaya da enfes karakterler çıkıyor.
Muhtar'ı oynayan filmin ortak senaristi Ercan Kesal, artık usta bir jön diye tarif edebileceğimiz Taner Birsel, usta oyuncu Yılmaz Erdoğan ve de Ahmet Mümtaz Taylan, gerçekten akıllara kazınan performanslar çıkarmışlar filmde.
Bir Zamanlar Anadolu'da / Yön: Nuri Bilge Ceylan
Film notum: 10 üzerinden 9.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)