22 Temmuz 2010 Perşembe

Bu mudur yani?

Çekoslovak okurları,

13 gün ara vermişim yazmaya. E-yazıt geçmişimizdeki en uzun ara olmuş bu. Ama benim bir gerekçem var: İstanbul Cup yoğunluğu ve iki ayda üç dergi yapma sıkışıklığı. Feci bir iş yoğunluğumdaydım o yüzden yazamadım bir süre.

Lakin, bu arada eğleniniz, yaz tatilinizde hatmettiğiniz Cin Ali serisi yerine farklı bir şeyler okuyun ve yorumlayın diye öykü yazdık size. Bir kişi mi yorumladı yani? Ayıp ayıp.

Yazacağız yeni şeyler. Toparlayayım, yazarım. Son günlerde aklıma takılan bir notu ekleyeyim bu yazıya da boşuna akmasın su:

Son günlerde televizyonlarda sıkça dönen bir reklamda, milli takım tezahüratı yapan robot, amigoluk yaparken şöyle bağırıyor: Kırmıziiii. Kırmıziiii... Robot Türk ise, 'kırmızıııı' demesi lazım, türkçe kelime öğretilmiş bir ecnebi ise 'kirmiziii'... Melez dilli bir robot da, absürtlük katmaktan başka ne işe yarar?

9 Temmuz 2010 Cuma

İlk öyküm

Pek sevgili e-yazıt okuyucu takımım,

Daha önce bir iki senaryo denemesi, onbinlerce haber, reklam metni, ıvır zıvır yazdıktan sonra ilk kez bir öykü yazmayı denedim. Ekteki metin belgesini indirip bir okuyunuz. Bu yolda ilerlenir mi, gelen tepkilere göre bir değerlendirme yapacağım. Belki ileride mini bir öykü kitabım olur.

Öykü yazma konusunda gavur Emrah Serbes'in geçen yaz okuyup çok beğendiğim 'Erken Kaybedenler' kitabından sonra niyetlenmiştim. Bir yıl sonra çıktı ilk hikaye. Üretkenlik konusunda hızlı olduğum söylenemez galiba.

Tek bir ricam olacak. Lütfen paylaşmak için öykü metnini sağa sola sitelere, bloglara kopyalamayınız. Verin linki gelip burdan okusun yavrucaklar...

(Bu arada, M-Taha gibi değerli arkadaşların her satırda geçirmek için cımbızla malzeme aramamalarını dilerim. Şaka lan M-Taha... Büyüksün. Tuuba Büyüküstün.)

ÇATI, S.F.Erbay (doc.)

8 Temmuz 2010 Perşembe

Londra artıkları

Dünyanın en başarılı yayıncılık işlerinin yapıldığı İngiltere'den dönüşte, ister istemez bavulun yüklüce bir yekünü 'kırılacak malzeme' yerine 'okunacak malzeme' notuyla sınıflandırılabilir. Ama 20 kg bagaj hakkı verdikleri için (fazladan her kilo için 8 Euro kesiyorlar!) bir sürü almak isteyip de alamadığım kitapla ülkeye döndüm. 'Ne kopardıysam kardır' mantığıyla Londra'dan kütüphaneme eklediğim değerliler şöyle:

Muhteşem Guardian'ın hafta sonu dergileri, spor ekleri ve önemli yazılar...

Kitaplar
Making the News - Paschal Preston
The Year of The Rose -
The Olimpics' Most Wanted - Floyd Conner
Cathy 'the autobiyography' - Cathy Freeman
Rugby Sporting Almanac - Tim Hill
Champion in Exile - Jaroslav Drobny (1954 ilk baskısı)
Steve Redgrave 'The Autobiyography' - Nick Townsend
Queen of the Court - Serena Williams
Duel for the Crown

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Muhteşem 9: Doksanların güzellikleri

Nostalji kekikli bir yazıyla devam ediyoruz. Salaş seksenli yıllar ve hiperaktif ikibinler arasında kendini kaybetmiş gibi duran garip doksanlı yıllara odaklanıyoruz bu yazımızda. Ey ahali, unutma, unutturma.

9 - Cartel: Günümüzden bakınca sözlerin bayağı yırtıcı ve apaçık karşı-ırkçı olduğunu görüyoruz. Ama o günlerde düşündüğünüzde müzikte ve toplumsal katmanlarda yarattığı etki müthişti. Ve kabul edin, müzikte bir çığır açtılar.
8 - Beşiktaş 90-92: Sadece konu edindiğimiz on yıllık periyotta değil, tüm futbol tarihinin en iyi bir kaç ekibinden biri. Mehmet, Rıza, Feyyaz, Ali, Metin, Walsh, Şenol, Recep ve diğerleri. Hep ayakta alkışlanacak takım.
7 - Süper Baba: Özel TV döneminin ilk dizi fenomeni. Aileden biri haline gelen üyeleriyle zirve. Şevket Altuğ'un Perihan abladan sonra yeniden dirilişi.
6 - Martina Hingis: Güzel insan. Bir kuşağı baştan çıkaran (ya da çileden çıkaran) melek-şeytan.
5 - Eşkıya: O dönemde can çekişen Türk sinemasını tekrar dirilten ve on yıl içinde Hollywood baskınlığına kafa atan tek sinema yapıtı. Yavuz Turgul kültü.
4 - Mahalle maçları: Forma satışlarının yaygınlaşmaya başlamasıyla ayrı bir keyifle oynanan bir çocukluk tutkusu. İkibinlerle tarihe gömülen bir Türk mahalle geleneği.
3 - Özel Radyolar: Periyodun ortasında (1995) zirveyi bulan ve doksanlar boyunca etkileri görülen iletişim aracı. 'Radyodan istek yapma'nın yerini resimli mesajla çiçek gönderme aldı. Yanlış oldu.
2 - Yeni Yüzyıl: Bir büyük fikir, bir güzel iş. Türkiye basın tarihindeki en muhteşem yapıt. Ne yazık ki, krizlerle boğuldu gitti. Bugün hala sevdiğimiz insanlar o çatıdan yayıldılar etrafa, şükür.
1 - Atlanta Olimpiyatları: Michael Johnson, Marie-Jose Perec, Carl Lewis, Alexander Popov, Naim Süleymanoğlu, Hamza Yerlikaya, Nijerya futbol. Özlenesi bir spor şöleni.

Anılardan bir dost gelir

Giderek daha fazla sinirlerimi kaldıran bir oyun olan futbolu iyiden iyiye öldürdüler. Bazılarının para kaynağı, bazılarının politik kazanım beklentisi, birilerinin ise üstünlük taslama aracı olan futboldan bahsediyorum; çocukluğumuzda yıllar yılı heyecanla beklediğimiz zirve organizasyonu Dünya Kupası'nın bile artık nisan karpuzu kadar tat vermeyen bir keyife dönüşmesinden...

Öldürdüler tüm keyfini futbolun. Mussolini bozması kulüp başkanları ve sezon boyunca içine sarmalandığı saçmalıklarıyla yeni bir lümpen aşık atma alanı yaratıldı, olayı bahse endeksleyen futbol takipçilerince...

Biraz önce Okay Karacan'ın güzel seslendirmesiyle Kanal 24'te Hugo Sanchez'in anılarını dinledim. Beni 20 yıl öncesine, futbolu ilk sevdiğim günlere götüren büyük Hugo'yu. Dinlerken derinleşen bakışlarımı hissetmeden konuşmaya devam etti Hugo, anılarını anlattı. Ne güzeldi.

Unutulmuş bir akraba gibiydi Hugo. 80'lerin sonuna doğru mahallemizin köşesinde renkli TV'si bulunan kahveye her pazar akşamüstü uğrardı. Sigara dumanının kesif kokusunda attığı rövaşata gollerle ile mahallenin top peşindeki çocuklarını büyülerdi. Kenarı baklava dilimi gibi kıvrılan, TEKA reklamlı muhteşem formasıyla dönemin kült takımı Real'in prensiydi.

Ben, mahallede hep Hugo Sanchez olurdum, savunmada oynamama rağmen. 'Türk' maçıysa Şifo Mehmet, 'yabancılar kapışacaksa' Hugo Sanchez'dim. Hugo-Butrageno ikilisinin çocukluğumuza kattığı hayret verici güzellikler yüzünden Real Madrid'li oldum. Sonra Allah bize Raul'u bağışladı. Hierro'yu, Redondo'yu, Casillas'ı sevdik, alkışladık.

Sonra Mussolini geldi. Ne tesadüf ki o ara, futbol da iyiden iyiye çirkinleşmişti. 'İtalyan işi' övgü alıyor, Inzaghi'ye büyük forvet muamelesi yapılıyor, para babaları 'Allahıyım ben bu işin' diye avaz avaz bağırıyordu. Mussolini, bir Ortadoğu düğününde damat babası gibi para saçtı etrafa; Figorotti, Ronaldoski gibi bir sürü şov elemanıyla ortalığı ayağa kaldırmayı amaçladı. Sonra kazık döndü, kıçına girdi.
Gitti.

Üç yıl sonra geri geldi, kaldığı yerden devam edip aklınca bir rüya takım oluşturmak için çeşitli eylemlere girişti.

Mahvetti. Çocukluğumun sevimli hatıralarının takımı, güzel Real'imin içine etti, piçin doğurduğu Mussolini. Beyaz ve pelerin formalı takımın rengi bile değişti. Küflü şeftaliye benzeyen renkteki formalarla oynamakta dahi artık bir beis görmüyorlar.

Hugo'yu görünce oyunun zerafetini hatırladım. Yılların geriye gitmesini hiç bu kadar dilememiş miydim acaba? Keşke hep 1988'de kalsaydık. Sonsuza kadar. Hiç duvar yıkılmasaydı. Ve hiç Hugo unutulmasaydı...

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Yol çalışması

Şikayette başvuru merci 'Adamlar şöyleyken bizde böyle' olunca, bir süre sonra bıkkınlık verdiğinin farkındayım. Hep bir yerlere referans, hep bir 'Burası Türkiye işte' klasiği, insanın canını sıkan bir durum. Lakin siz de İstanbul'da, Bursa'da, Rize'de yaşıyorsunuz/yaşadınız. Siz de örneklerine hakim olduğunuz için (maalesef) yine bir kıyaslamaya başvuracağım, hikayemi anlatırken...

28 ila 30 Haziran arasında, Londra'da bulunduğumuz otelin hemen önünden geçen yolda asfalt yenileme çalışması vardı. Söz konusu yol, gidiş geliş, güney batı Londra'nın işlek bulvarlarından biri. O'Hara Bros Surfacing isimli bir özel şirket, üzerinde cıngılı vıngılı yanıp dönen ambulans sinyalleriyle dolu makinalarıyla bir akşam üstü geldi yolun bir şeridini kapattı. Akşamüstü başladılar çalışmaya. Trafik tek şeride indi, biraz yoğunluk oluştu. Ama kimse kornaya filan basmadı....

Gündüzleri Wimbledon'a olduğumuz için nasıl oldu, ne ettiler bilmiyoruz, ama iki gün sonra bir baktık ki, 5-6 kilometrelik yol baştan başa yenilenmiş, çizgileri ve boyamaları yeniden yapılmış. Muhteşem birşey olmuş. Sadece iki (two, due, dos, zwei!!!) günde cadde yenilenmiş olarak (üstelik bu süre içinde hiç tamamen kapatılmadan) hizmete sunuldu.

Muhtemelen 2012 Londra Olimpiyatları'na doğru bu çalışmalar hızlanacak ve şehri baştan başa yenileyecekler. Düzenli, sessiz, gürültüsüz, işlevsel ve hızlı bir çalışmayla.

Bizim günahımız ne, ufak bir yol çökmesinde bile üç hafta çalışma yapılıyor, zaten kırık dökük olan yollarımızda? Tembellik mi bu, işgüzarlık mı, yoksa işi bilmemek mi?