27 Kasım 2011 Pazar

İnternet: Zarar-ziyan

İnternet, şu satırları okurken dahi içinde bulunduğumuz sanal mekan. Birbirine çıkan milyonlarca sokak ve onbinlerce karışan yüz, imge, düşünce, küfür ve kıyamet. Galiba doğrusu bu: Kıyamet!

Bir iletişimci olarak internet kavramını hep savundum. Muhtemelen 'sesleri duymak', 'örgütlenmek', 'haykırmak', 'buluşmak' için ömrümün sonuna kadar da savunacağım. Savunma sebeplerimi tırnak içine almam, basit bir vurgu için değil. Her birinin üzerine bir tartışma yapabiliriz. Ama şimdi oraya girmeyelim ki, konumuz dağılmasın.

Savunmaya devam etmek, hayatımızı köklüce değiştiren 'kıyamet' üzerine düşünmeye ya da onu tartışmaya engel değil. Kavramsal olarak interneti rakipsiz bir meta tanımıyla insanlığa en büyük kazanç olarak sunmak, tüm yanında durmuşluğuma rağmen karşısında olacağım bir fikirdir. Hayır. İnternet, okyanusları yutan dev gemilerden, demiri işlemekten, kağıttan ya da sinemadan daha ötelerde bir eşsizliğe sahip değil.

Ama korkarım ki 10 yıla kadar internet, en azından etki bakımından yaşam içinde erittiğimiz diğer keşiflerin - ölçülebilir biçimde - önüne geçecek. Bunu hergün otobüste, simitçide, lokantada, banka sırasında, okul kapısında gördüğümüz yazışan kitlelere şahit oldukça hissedebiliyor musunuz?

İnternetin korkutuculuğu yüz yüze iletişimi öldürmesinden ileri geliyor. Artık konuşurken, gözlerin içine bakılmıyor. Öğrenciler, iki arka sırada oturan arkadaşını tenefüste kantine mesajla çağırıyor. Yahut sevgili, öpücüğünü 'muck' yapan sevimsiz bir dudak grafiğiyle yolluyor 'aşkm'a... Hayatında üç kez kitap okumaya kalkmış, ama sıkıldığı için yarım bırakmış öfkeli cahil, söz gelimi bir bilim adamına binde biri kadar bilgi sahip olmadığı bir konuda sövebiliyor. Rahatça.

İnsanlar artık merak ettiğinde soruşturmuyor, araştırmıyor. Yalnızca "search" kutusuna yazıyor. Ve ekranda gördüğüne iman ediyor. Tehlikeli olan bu.

Bu yüzden içinde bulunduğumuz dönem, 'bilgi çağı' olduğu oranda 'dezenformasyon çağı'. Doğrunun yanında yanlış, kurunun yanında yaş da var. Kısaca, iki uç arasında mesafe, internet düzleminde pek de uzak sayılmaz.

7 Kasım 2011 Pazartesi

İki ölümsüzün yadigârı

Onbinlerce insanın koştuğu New York Maratonu, dünya kültürlerinin mozaiği olan sevgili kentini 42’nci kez harekete geçirdi. Bu yılki koşu, yarışmanın bugünlere gelmesinin en önemli sebeplerinden Grete Waitz ve yarışın kurucusu Fred Lebow’a bir saygı ödemesiydi.

Staten Island’ı Brooklyn’e bağlayan Verrazano-Narrows Köprüsü’nün girişindeki mahşeri kalabalık, sabah koşusuna hazır. Bizdekini andıran 1300 metrelik bu köprü, Central Park’a uzanan rotanın başlangıcı. New York’un beş bölgesine de uğrayacak olan kalabalık, 42 kilometre sonra dünyanın en çok ziyaret edilen parkında nefeslenecek. 42’nci kez düzenlenen New York Maratonu’nun rutin çizgisi bu...

New York Maratonu, 1970’te bir park koşusu olarak başladı, ama NYRR’nin (New York Yol Koşucuları) inatçı girişimcisi Fred Lebow’un ısrarlı tutumuyla bugünkü halini aldı. 1976’da kentin bölgesini (Staten Island, Brooklyn, Queens, Bronx, Manhattan) de gezip, yüzlerce kavşağı birer birer ölçen Lebow, bu güzel rotayı çizmişti. O günlerde tanıtım için yaptığı basın davetine tek gazeteci bile gelmemiş olsa da, Lebow’un dahiyane fikri, bugün 300 milyon doları aşan ekonomiye sahip eşsiz bir yarışa dönüştü.

Dünyanın en eski maratonu Boston, 19’uncu yüzyılın sonunda başlamış olsa da, kent maratonlarının ortaya çıkışı 1970’lerde gerçekleşti. Değişen yaşam koşulları ve artan sağlık problemleri jogging (hafif tempolu sağlık koşusu) devrimini, o da maraton patlamasını tetikledi. İstanbul Avrasya Maratonu’nun da dahil olduğu günümüzdeki bir çok yol yarışı 1970-80 arası dönemde başladı.

1970’teki ilk yarışta tamamı NYRR üyesi 55 koşucunun tamamlayabildiği New York Maratonu, geçen yıl 45 bin 103 ile tarihte en yüksek maraton bitiriş rakamına ulaştı. 41 yılda 900 bine yakın insanın finiş çizgisinden geçtiği bu yarış, evrenin merkezindeki New York kentinin gurur kaynağı oldu. Bu gurur listesine Vietnam savaşında kaybettiği ayakları olmamasına rağmen elleri üzerinde giderek 1986 yılında 98 saat sonunda ortak olan Bob Wieland’ın sözleri, New York Maratonu’na olan tutkunun en güzel ifadesiydi: “Bu yarışta kimseyi geçemedim. Ama bu yarışı hiç koşmamış olan 300 milyon Amerikalı’nın önündeyim...”

‘Great’ Waitz
Bu yıl New York Maratonu, hüzünlü anılar eşliğinde yapıldı. Kenti vuran 11 Eylül terörünün 10’uncu yıl dönümündeki yarış, aynı zamanda maratonun koruyucu meleği Grete Waitz’in kaybedildiği yıla denk geldi. Nisan ayında yaşamını yitiren Norveçli ikona Waitz, New York Maratonu’nun şanını yücelten isimlerin en başındaydı. Hayatında hiç maraton koşmamasına karşın, bir aile dostlarının ısrarıyla katıldığı 1978 yılında 2:32:30 ile dünya rekoru kırarak ipi göğüsledi. Oysa ki yarış direktörü Lebow, 3000 dünya rekortmeni olmasına rağmen Amerika’da pek bilinmeyen bu kadını, yarışın başlamasına sadece üç hafta kala rekor hedefleyen Alman Christa Vahlensieck ve ABD’li Micki Gorman’a iyi tempo yapabileceğini düşünerek listeye almıştı.

Waitz’in New York ile ilişkisi bu zaferle sınırlı kalmadı. 1988’e kadar tam 9 kez kazandığı maratonun markası haline dönüştü. Sadece New York’un değil, maratonun da yerküredeki en önemli tanıtım yüzü oldu.

Grete, 1 Kasım 1992’de yıllar içinde en yakın dostu haline gelen Fred Lebow için New York’ta son kez koştu. Kansere yakalanan 60 yaşındaki Lebow, 39 yaşındaki efsanevi sporcusuyla birlikte koştuğu yarışı normalin iki katı zamanda tamamlayabildi. Zaman ölçerde 5 saat 32 dakika 35’lik derecenin altından el ele geçen Lebow ve Waitz, bitkin gözyaşlarıyla kucaklaşırken, bu kare spor tarihinin en duygulu fotoğrafları arasına girdi.

Lebow, iki yıl sonra kanser ile olan savaşını yitirdi. Bu yılın 19 Nisan’ında başka bir kanser de Waitz’i sonsuzluğa gönderdi. New York Maratonu’nun bugünlere gelmesinin iki nedeni, fani dünyadan böylece elini çekti...
---
(*) Yazının tam metni, tr.eurosport.com'da 6 Kasım 2011 tarihinde yayınlandı.