31 Mayıs 2010 Pazartesi

Tehlikeli sular

Dün gece (31 Mayıs sabaha karşı), zalimlikteki yaratıcılığı sınır tanımayan IDF (Israeli Defence Forces - ya da İsrail Devleti Faşizmi) bu kez orta vadede üzerine yıkılacak kolonu harekete geçirdi. Uluslararası kara sulardaki bir yardım konvoyuna saldırıp kan dökerek, tüm dünya halklarını tam kadro karşısına aldı.

'Bu kadarı da fazla' diyen bir gıdım insan kaldıysa, onlar da IDF'nin hiç bir şekilde mantıkla bağdaşmayacak bir hainliğiyle gerçeği görmüş oldu. Katıksız orospu çocuğu Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, Ahmedinecad'ın hakkından gelmek için sadece aynı tonda konuşmaya başlamakla kalmadı; icraatlarının hepsinde yere batasıca Ariel Şaron'u aratır oldu. 60 yıllık tarihinin en sağcı iktidarıyla ne yaptığını bilmez hale gelen bu gözü dönmüşlerin işi nereye vardıracağını düşünmek, insanın sinirlerini hoplatmak için yeterli.

Ama benim canımı, böyle bir saldırı yapacağı - üç aşağı beş yukarı - beklenen İsrail devletinin insaniyet yoksunu piç hükümeti değil de, dezenformasyon kıskacında kıvranan korku içindeki zavallı İsrail halkı ve tepkisini nereye vardıracağını bilmeyen bizim ülkemizdeki insanlar sıktı bugün. İsrailliler, - kısmen Haaretz dışında - komple bir medya bombardımanı ve bir Truman Show sarmalıyla iç içeler. Olayları 'askerimize saldıran korsanları öldürdük' yönlendirmesiyle izleyen İsrailliler, anlaşılan internetten neler olup bittiğine farklı bir gözle bakmak da istemiyor. (Tabii, dolduruşa gelen İsrailliler'den bahsediyorum) Aşrod limanında yayın yapan Mete Çubukçu'nun etrafını saran bayraklı İsrailli milliyetçilerin kutlamaları, İsrail medyasının nasıl yalan pompaladığının bir ibret vesikası.

Yine de bölgede yıllarını geçiren gazeteci Ayşe Karabat'ın dikkat çektiği çok önemli bir konu var. Bu tiksinti verici baskın, bir ara hayli etkin olmasına karşın son dönemde ülkedeki korku sarmalıyla orantılı olarak sesi cılızlaşan İsrailli barış yanlısı hareketin yeniden uyanışı olabilir. Şunu aklımızdan çıkarmayalım: Problemin nihai çözümündeki kilit aktörlerden birisi, kesinlikle İsrail'de yaşayan ve sayıları aslında hiç de az olmayan barış yanlısı ve anti-siyonist gruplardır.

Canımı sıkan diğer grup, anti-semitizmi yücelten ve giderek El-Kaide gibi terörist gruplara 'bu işi çözmesi için icazet verecek' dahiyane çözümler sunan ve maalesef ki giderek sayıları artan Türkiye'deki bazı protestoculardır. Bunun yolunu da, kullandığı dil ile Recep Tayyip Erdoğan açmıştır. Her ne kadar kendisi, 'Biz anti-semitizmi insanlık suçu sayarız' dese de, eylemleri ve yönlendirmeleri bu söyleme hizmet etmiyor. Bazı insanlardan 'Allahsız Yahudileri toplayıp meydanda yakacaksın' diyerek Hitler'i rahmetle anan söylemler duyuyoruz ki, sakat olan kafa burada.

Bir başka sakat kafa da şu fikriyatın arkasında: 'Arapça bişeler yazılı pankartlarla, Allah, allah diye protesto ediyorlar. Bunlar şeriatçı. Ben bunlarla aynı protesto içinde bulunamam.'

Nasıl bir kafa bu? Mazlumun yanında olmanın dincisi, dinsizi mi olur? Henüz 5 yaşında başına yağdırılan misket bombalarıyla ölen onlarca Ömer için sızlamayacak mı kalbin?

2007, Hebron kenti. İsrailli askerin dolu silahı Filistinli çocuğa yönelmiş.

30 Mayıs 2010 Pazar

Bir güzel takım: Kadetten

Bu yıl İsviçre Hentbol Ligi'ni şampiyon bitiren Kadetten Schaffhausen, küçük bir kent takımı. Ekip, Almanya sınırına dayalı, Zürih'in hemen kuzeyinde bulunan ve bulunduğu kantona adını veren Schaffhausen kentinin en önemli spor markası. Ortaçağ'ın gotik mimarisi ve hala rönesans dönemi etkileri taşıyan sokaklarıyla Schaffhausen'da insanlar dün (29 Mayıs Cumartesi) turuncuları giyip Schweizerbildhalle'nin yolunu tuttu. Kentin takımı, müzesine Avrupa Kupası getirmek için, ilk maçta 24-18 kaybettiği Alman ekibi TBV Lemgo ile rövanşa çıktı.

Yaş ortalaması 45 civarındaki Schaffhausen taraftarı, her maçta doldurduğu 1500 kişilik bu küçük ama güzel salonu ağzına kadar doldurdu. Maç boyunca tempo tuttular, ama olmadı. Güçlü geleneğe sahip Almanlar, 2006'dan sonra EHF Kupası'nı yine müzesine götürdü. Kadetten ise ilk Avrupa kupası finalinde ikincilikle yetindi.

Bu güzel ekibin, minik bir kentte yer almasına karşın, mükemmel bir altyapı sistemi var. Kadetten Espoirs, 2. ligde oynuyor. U21, U19 ve U17 takımları bölge liginde ortalığı kasıp kavuruyor.

Dün maçı izlerken, 'küçük kent takımları nasıl başarılı olur' modelinin bu harika örneğini gönülden alkışladım. Schaffhausen doğumlu bir işadamı (St.Gallen Üniversitesi profesörü, aynı zamanda takımın eski koçu!) Giorgio Behr'in akıllı yatırımları ve mükemmel bütçe kullanımıyla kent halkında oluşturduğu müthiş kulüp sevgisi, ortaya çok sevimli bir bileşim çıkarmış.

Avrupa'da benzer çok örneği var, ama Türkiye'de buna yakın kaç örnek verebiliriz? Arkas tam bir örnek olmuyor, çünkü İzmir gibi büyük bir kentin gücünü kullanıyor gerektiğinde. Küçük, daha sadık ve ilişkilerin çok daha içli-dışlı olduğu bir modelden bahsediyorum ben. Örneğin Artvin'den bir hentbol takımının EHF Kupası'nda bir çeyrek finali, Muğla-Köyceğiz'den bir voleybol ekibinin Türkiye Kupası'nı alması, ya da Samsun-Bafra'dan çıkan bir çim hokeyi takımının Şampiyonlar Ligi oynaması asıl demek istediğim.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Gecikmiş bir teşekkür

NTV Spor'a gereksiz bir sürü işten dolayı çemkirdiğimiz anlar oldu. Yeri gelince hak ettikleri büyük takdiri de gönderelim kendilerine.

Atletizm'de Diamond League sezonunun ilk yarışı olan 14 Mayıs'taki Doha'nın başlamasına 1 saat kala aldıkları sezonluk yayın hakkı, atletizmseverleri çok mutlu etti. Bu güzel işten dolayı sonsuz teşekkürler. Bu yıl biraz tuzlu olduğu için IAAF'in yayınlarının izleyemeyeceğimizi (Doha'daki Dünya Salon Şampiyonası'nı ne Eurosport, ne TRT verebildi) düşünüyorduk ki, içimizi ferahlattı bu olay. Hep birlikte teşekkür ediyoruz NTV Spor'a.

İki yarış geride kaldı. Geriye kalan takvimi vereyim de kaçırmayın:

4 Haziran - Oslo, Bislett Games
10 Haziran - Roma, Golden Gala
12 Haziran - New York, Adidas GP
3 Temmuz - Eugene, Prefontaine Klasik
8 Temmuz - Lozan, Athletissima
10 Temmuz - Gateshead, AVIVA Britanya GP
16 Temmuz - Paris, Areva GP
22 Temmuz - Monte Carlo, Herculis
6 Ağustos - Stockholm, DN Galan (özel tavsiyemdir)
13-14 Ağustos - Crystal Palace-London, Aviva GP
19 Ağustos - Zürih, Weltklasse
27 Ağustos - Brüksel, Belgacom Memorial Van Damme

Atletizm delirmişlerine bir hatırlatma daha: Eurosport'un bu yaz 27 Temmuz-1 Ağustos'ta Barcelona'daki Avrupa Atletizm Şampiyonası dışında sizlere bir sürprizi daha var: Aynı tarihlerde Nairobi'de yapılacak olan Afrika Atletizm Şampiyonası da canlı yayınlarla Eurosport'ta olacak. Defol git futbol, defol giiit...

23 Mayıs 2010 Pazar

Bunun da adı YZÖ

Hürriyet'in çenebaz kalemşörü YÖ hakkında yazmıştık bir kaç gün önce. Şimdi başımıza bir de YZÖ çıktı. İ.Melih Gökçek'ten devşirme Orta Anadolu kurnazlığı yapmaya çalışan YÖK Başkanı'dır mevzu bahis.

Bıçak gibi kesilen 'YÖK kapatılsın' taleplerinin zaten bendenizi irrite ettiği ortamda, YZÖ Bey düşünmüş taşınmış ve Danıştay'ın 'katsayı kararını iptal etmemesi üzerine' kendilerine Başkan Ayla Akkıvılcım ve 6 üyeye özel yapım hediye kol saati göndermiş. Danıştay üyeleri hediye paketini 'etik değil' diyerek geri iade etmiş. (Hürriyet, 22 Mayıs)

Sen nasıl bir insansın YZÖ? 'Arkadan dolaşırız' dediğin hukuk anlayışın ve verdiğin rüşveti 'dostluk eli uzattık' diyerek geliştirdiği savunma mekanizmanı görünce nereye koymalı seni?

Tertemiiiz bir insanoğluuuu...

'Kılıçdaroğluuuu. Hem dürüst hem temiiiz bir insanoğlu' marşının tavanında çınladığı Atatürk Spor Salonu'nda Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin ana muhalefet liderliğine terfi etti. Yıllar sonra 'ışık hızıyla' diye tanımlanacak hikayesi, siyasi yaşam defterinde yerini aldı.

Eskiden beri Türk siyasi yaşamında hep odak olan bir partinin hayli enteresan koşullarda gerçekleşen kongresi, Türk medyasının da yoğun ilgisine mazhar oldu. Görülen şu: Siyasetin müzmin kaybedeni Baykal herkesi o kadar sindirip, umutsuzluğa hapsetmiş ki, Kılıçdaroğlu'nun meydana ayak basması, Erdoğan'ın AKP ile yaptığı ilk çıkış coşkusu yarattı ortalıkta.

E güzel. Her konuda umudu korumaktan yanayım. Kısır döngü olduğunu şu 29 yıllık ömrümde sekiz bin kere gördüğüm siyasette de umut yitip gitmesin. Hele muhalefetsiz bir ortamın nasıl bir sığlık barındırdığını gördükten sonra, insan 'değişim' taleplerinin anlamını daha çok içselleştiriyor.

Ne olacağını birlikte görüp yaşayacağız. Ülkenin kurtulduğunu, iktidarın kesinlikle el değiştireceğini, devrim gerçekleştiğini söyleyenlerden geçilmiyor televizyon ekranlarında. Galiba siz Türklerin (heh heh, ben Türkçe yazıp-okuyabilen bir Çekoslovağım...) tezcanlılığı depreşti büyük ihtimalle. Durun bi babalar.

Neler dikkatimi çekti kurultayda, hayda vre sıralayalım.

1. Emekli bir porno tiranını andıran süzüm süzüm bakışlı Önder Sav'ı başlarından savamadılar maalesef. Benim fikrim, 50 yıllık kartlaşmış partili Sav'ın değişim karşısında çok ciddi bir engelleri olduğu yönünde. İsterseniz katılmayın. CHP statükoculuğunun bir numaralı teyzesi Canan Arıtman'ı ben göremedim ortalıkta. Bu ise iyiye işaret.

2. Sakin, mahalle bakkalı sadeliğindeki sevimli Kemal Kılıçdaroğlu, mikrofonu görünce yüksek perdeden konuşmaya mı kalkıştı? Bana mı öyle geldi. Ama diyim, 'cami cemaatine konuşur gibi vurgulamada' dünya lideri olan Recep Bey'le aşık atamazsın bu alanda miirim. Derhal kulvar değiştir.

3. Bu kasket, kravatsız giyim işleri çok popülist. Taklide girmeyelim. Bülent Ecevit'in anısı, ona özel kalmalı. Yoksa kendisine Gandi tipi ihram da giydirirler yakında. (Fotoşopla giydiren aklı evvel gazeteci kesin vardır, gören var mı?)

4. Javier Bardem-Tekin'i aktif kullanmalısın dostum Kemal. Seni buralara o getirdi.

5. 'Aç insanları doyuracağız' argümanını kullanmayan kalmadı. Evet, Türkiye'de iktidara gelişin anahtarı bu cümledir. Demirel, Özal, Çiller, Erdoğan hep bununla göz boyadı. Sen bize toplumsal kroniklere nasıl gireceğini anlat.

Haydi bakalım.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Karakterler: Şişko Teyze

Hayatında en çok ağzından çıkan söz 'gavur'du. Üç, bilemedin dört cümlenin sonuna eklerdi hep hırıltılı sesiyle: Gavurun doğurduğu seniiiii...

Boyası dökülmüş üç katlı evinin bir tarafı, çıkmaz sokağımıza, diğer tarafı ise hayatımızın maçlarını oynadığımız yüzde onbeş eğimli çimenliğe bakardı. Bu evin en üst katında pencerelere mahkum yaşardı. Evin iki taraftaki pencereler, onun hayata açılan kutucuklarıydı. 'Aksi ihtiyar' tanımının üzerine şak diye oturduğu bu enteresan yaşlı kadın, Şişko Teyze olarak bilinirdi. Yıllarca adının ne olduğunu sorma ihtiyacı bile duymamıştık. Kaldı ki, şimdi zorluyorum hafızamı, adı bile aklıma gelmiyor. Kızı, kendisini 'Şişko'nun kızı' diye tanıtırdı. Kendisi de zaten bakkala gönderdiği çocuğa 'Şişko'ya yazdır' derdi. Sorun yok, herkes onu Şişko Teyze diye bilirdi zaten.

Şişko Teyze, Orhan Gencebay'ın ilk saz hocası olan mahallemizin ünlü siması Ömer Sinop'un eşiydi. Ben onu 80'li yaşlarıyla hatırlıyorum. Öncesini bilmiyorum ama huysuzluğunun yaşlılığıyla ilgili olmadığını annemler de belirtirdi.

Enteresan bir kadındı Şişko Teyze. İlkbahar, yaz ve sonbahar döneminde yaklaşık olarak yedi ay mesai yaptığı penceresinde, on beş metre irtifadan, sokağı, geleni-geçeni kolaçan eder ve geviş getirerek çeşitli konularda 110 desibel sınırında çan çan çene çalardı. Yakası açılmadık küfürleri atmosfere savururken, tepedeki konumu bu küfrün etkinliğini hayli artırırdı.

Yatalaktı Şişko Teyze. Onu hatırladığım 12-13 yıllık süre içinde hiç ayakta görmedim kendisini. Bir kaç kez Ramazan Bayramı'nda elini öpmeye gitmiştik, o zaman da otura otura kenarını göçerttiği yatağında almıştı selamlarımızı.

Yatalak, küfürbaz, fazla yaşlı, huysuz, yalnız, cahil ve de geveze. İnanılır bir kombinasyon değil. Sanki bir Coen Biraderler filmi karakteriydi Şişko Hanım teyze. Hamsileri ayıkladıktan sonra bir torba dolusu balık kafasını üçüncü kattan beyaz poşetle fırrr diye çimenliğe fırlattığını görmüştüm bir kez. Göz göze geldik. 'Leeeen, şu poşeti al ordan bakayım. Kim atmış pis pis kokuyor. Vay a..n çıkardıklarıııı' mealine gelecek bir cümle kurmuştu ki, inanamıştım gördüklerime.

Enteresan bir şekilde korku salardı mahalleye. Belki de durmak bilmez çenesinden çekmemek için çekinceyle karışık korku olurdu insanlarda. Ben Uludağ Sokak'a veda ettiğimde (1998) yaşıyordu.

Yıl 2010. Hala yaşıyor mu bilmiyorum. Ama en azından öldüğünü duymadım.

Şişko Teyze. Şişko ve huysuz teyze. Öldüysen Allah rahmet etsin. Ölmediysen bir sus da millet rahat etsin. Rica ediyorum. Saygılar.

----
(*) Çekoslovak'ın yeni bölümlerinden 'KARAKTERLER', gerçek yaşamda tanıdığım enteresan film karakteri tipli insanlara adanmıştır. Devamı gelecek...

20 Mayıs 2010 Perşembe

Aziz Paşa yazısı

Kendini kaybetmişliğin buğulandırdığı gözlüklerden bakıyor dünyaya bir kaç gündür. Yediği-içtiğini bile tam göremiyor hırsından büyük ihtimalle. O yüzden ne dediğin farkında değil. Biz acınacak görüntüsünü ve patolojik sıkıntı yaşamayan bir insanın söyleyemeyeceği sözlerini duyduk yalnızca. Allah bilir çevresindekiler üç gündür neler yaşıyor...

Fenerbahçe Kulübü, bu ülkenin en 'önemli' spor kulübüdür. Turkcell Süper Lig 2009-2010 sezonu ikincisi Fenerbahçe'nin delirmiş başkanı Aziz Yıldırım'ın ağlamaklı olmamak için kasıldığı hamasi hitabetinin ortasına nalınladığı 'FENEVV-BAHÇE TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK SPOR KULÜBÜDÜR' tabirini özellikle kullanmıyorum. Büyük olduğu kesin, ama bunu birilerine laf sokmak için ve kendinden başka herkesi küçümsemek için kullandığından emin olduğumuz için kabul etmiyorum. Spor tarihinin çok önemli evrelerinde ismi olan bu önemli kulübü, nasıl tiksinti verici hale soktuğunu görmeyip, utanma-arlanma olmadan bir de sağa sola suç bulma uğraşında 'yavuz hırsız' hallerine girdiği için kabul etmiyorum.

Giderek insanlık dışına kayan, mantığı limonileşmiş, hırçın ve küstah Aziz Yıldırım'ı bir kenara bırakıyorum. Benim sözüm Fenerbahçe taraftarına.

Futbol takımı tutmadığımı bilirsiniz. Galatasaray ve Trabzonspor düşmanı olduğum için bir kısım medyanın beni Fenerli addettiği ortamda, yılda dört gün hariç (şu iki gereksiz takımla iç-dış lig maçları, varsa kupa mücadeleleri) hiç bir zaman Fenerbahçe'yi desteklemedim. Buna mukabil, başta atletizm şubesi olduğu için ve gerçekten Türk sporuna çok önemli katkı sağladığından Fenerbahçe'ye saygı duyarım. Galatasaray'ı kürek dalında pata-küte tokatlamaları benim için ayrı bir keyif sebebidir.

Lakin şu gündemdeki 'Herkes bize düşman ebesini skiim' hayıflanmalarına bir türlü empatiyle bakamama sorunu, sevgili Fenerbahçeli dostlarımın en ciddi sorunu gibi görünüyor. Ben en fanatik ve gözü dönmüş kitlenin Trabzonspor'da olduğunu sanardım. Meğerse bazı Fenerbahçeliler, rahmet okutan özelliklere haizmiş, bu sayede görmüş olduk.

Bu 'herkes bize düşman' çıkarımının ana sebebi, başyapıtını Aziz Yıldırım'ın Türk gençliğine armağan ettiği bu büyüklenme edebiyatıdır. Doğrudur, bazı rakip takım taraftarlarının kıskançlıkları da pohpohlamaktadır düşmanlığı. Ama asıl sebep net bir şekilde Yıldırımpaşazade Aziz Efendi'nin ciddi ciddi 'şerefsizlik' boyutlarına ulaşan desturları ve fermanlarıdır.

Ben 20 yılı aşkın süredir desteklediğim Real Madrid'e olan sevgime ket vurabildim. 'Büyük yavşak Florentino varken ben yokum' dedim. Tabii ki size takımınızı bırakın demiyorum (Zira Fenerbahçe sevgisi öyle bir sevgidir ki, anlatılamaz... - İslam Çupi). Ama Yıldırımpaşazade'nin her ağzından çıkanı da savunma içgüdüsüyle 'Doğrudur Paşazadem, Huu sana paşam' demeyin.

Fenerbahçe'ye giderek çok daha zararlı hale gelen bu insanı kapı dışarı etmeyi bilin. İsyan edin, küfredin, arabasını çizin. Takımınızı daha antipatik hale getirmemek için bu paşazadeyi ipe gönderin.

Devrimci Fenerbahçe taraftarına iplerin efendisi Devlet Bahçeli diyor ki: Alın size ip!

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Allahın belası Fanatik

Mesleğimizi paçavraya çeviren pislikler; sizin yüzünüze bile tükürülmez. O kadar aşağılık işler yapıyorsunuz. O yüzden yaptığınız işe güven yok, annelerinize/karılarınıza küfür yiyorsunuz. Yalan-dolan, hayvanlık, itoğlu itlik arasında yaşayıp gidiyorsunuz.

Hiç bir zaman atletizmle ilgilenin demiyorum size plaza domuzcukları. Zira, futbol haberini bile layıkıyla yapamayacak kadar aciz, bilgisiz ve yeteneksiz insanlarsınız. Çünkü işiniz gücünüz rant. Haber ile zerre kadar ilginiz yok. Bir de kutsallık atfedersiniz işinize. Allah belanızı versin.

Bursaspor'un şampiyonluğu haberini sayfanın dibinde kutuda gören, Fenerbahçe'nin kaybettiğini büyüterek/süsleyerek bundan medet uman aşağılık insanlarsınız. Bu yaptığınız, Fotomaç'ın 'Olimpiyatı bırak, Süper Lig'e bak' p.çliğinden bile daha büyük bir şerefsizlik.

S.ktirin gidin bu dünyadan.

16 Mayıs 2010 Pazar

Mususi'ye ithaf

Dört hafta önce yazacaktım. Bekledim. Galatasaray maçında Bursa puan kaybedince Fenerliler'in g.tü kalktı. Sabır dedim. Arkadaşlar kendilerini şampiyon ilan ettiler. Hala sporun ne olduğunu anlayamamışlar. Denizlispor da ders olmamış. Rakibine saygı duymayı bilmediler. Ve bir kez daha derslerini aldılar. Büyük kulüp olmak, küstahlık hakkı vermemeli kimseye. KİMSEYE! Tanrı ilan edilen Barcelona da oturdu kıçının üstüne. Şımarmayacaksın bilader, şı-mar-ma-ya-cak-sın.

Gelelim asıl mevzuya.

Ben Samsun doğumluyum. Ne Bursa ile bir bağlantım var, ne tanıdığım. Ama Bursaspor'a ilk sempati beslediğimde yaşım 14'tü. Muazzam bir oyuncu izlemiştim çünkü orada: Macid Mususi. Hayatımın takımıydı. Pingel'li, Mususi'li, Ömer'li, Selim'li, Ganchev'li Bursaspor'un hatırına yeşil-beyaz'ı hep sevdim. Gençlerbirliği'ni de, Kocaelispor'u da, Samsunspor'u da sevdim. Ama Bursaspor'un yeri başkaydı.

Yıl 1994. Çocuk aklıyla Fener'e yenilen Beşiktaş'ı yeni bırakmıştım. Macid Mususi, Samsunspor maçı için 19 Mayıs Stadı'na geldiğinde, benimle aynı boyda olduğunu görünce şaşırmıştım. Çünkü dev gibi bir adam bekliyordum. Sarıldım ona. 'Please, please, excuse me' deyip aramızdan ayrıldı stada girdi. Bursa maçı 2-0 kazanıp gitti. O karşılaşma, büyük forveti dünya gözüyle gördüğüm ilk ve son maç oldu.

Türkiye'ye gelen en yetenekli forvetlerden biri olarak hayat boyu hatırlayacağım Mususi, ben askerdeyken 2005 yılında Çin'de yaşamını yitirdi. Öldüğünü tesadüfen bir arkadaşımdan öğrendim. Çok üzülmüştüm. Sonra internetten bir araştırma yaptım. Bursalı taraftarlar, Uganda'da açılan Mususi sitelerine bıraktıkları mesajlarla O'nu asla unutmayacaklarını yazmışlardı. Vefa, İstanbul'da bir semt değildi. Timsah yürüyüşünü icat eden cin fikirli sevimli Ugandalı, unutulmamıştı. Gözlerim doldu ekran başında.

Bugün Bursaspor şampiyon oldu. Küstahlıkta rakip tanımayan İstanbul kulüplerinin önde geleni Fenerbahçe, maç başlamadan şampiyon ilan etmişti kendini. Ama 90 dakika bittiğinde Bursaspor şampiyon oldu. Bu mutluluğu yaşarken, 'rahmetli' aklıma geldi. Bu kulübün kültüründe onun katkısı es geçilecek cinsten değildi.

Bu şampiyonluk Mususi için. 42 yaşında kaybettiğimiz Doğu Afrika'nın yoksul toprağı Uganda'dan çıkan sevimli top cambazı için. Ruhu şad olsun.

Kutlu olsun Bursaspor. Beşinci şampiyon çıkmadıkça futbolla ilgilenmem diyen bendeniz, artık yarım gözle de olsa Süper Lig'i izleyebilirim. Darısı Gençlerbirliği'nin, Gaziantepspor'un, hatta şu an Bank Asya'da olan Samsunspor'umuzun, Altay'ın başına...

Muhteşem 9: En sevdiğim sporlar

Michael Johnson ile imgeleşen Atlanta-96'nın 15 yaşındaki Çekoslovak'a en önemli etkisi spor gazeteciliğini tercih etmesiydi. O temmuz ayının ardından yazmaya-çizmeye başladım ve bu yolda 14 yılı geride bırakmış durumdayım. Bir sporsever olarak izlemekten en çok keyif aldığım sporlar, Muhteşem 9'un satırlarında...

9 - Alp Disiplini: Kış sporları arasında biatlon ile birlikte en keyiflisi. İlk izlediğim yarışta Deborah Compagnoni'yi hatırlıyorum.
8 - Voleybol: Futboldan sonra derinlemesine ilgilendiğim ilk spordu. Bir ara koptum, şimdilerde yeniden izlemeye başladım.
7 - Yüzme: Büyük şampiyonalardaki heyecanı atletizmi andırdığı için hiç kaçırmam. Yüzme denince, Agnes Kovacs'ın yeri hep ayrıdır.
6 - WRC: 2000'lerde iyiden iyiye merak saldım. Immarsat'ın hazırladığı bir saatlik özetleri izleyerek ilgim arttı. Yerinde henüz izlemişliğim yok. Ama bir gün mutlaka...
5 - Okçuluk: Bayılırım. İlk canlı izlemişliğim 8 yaşında. Justin Huish ilk aklıma kazınan uluslararası isimdi. Sonra Vedat Erbay geldi, ardından Natalya, Elif, Tunç, Serdar...
4 - Kürek: Yine olimpiyat ile tanıştığım bir spor dalı. Son üç olimpiyatta saniye atlamadan izledim. Ardından internet sayesinde tarihini hatmettim.
3 - Tenis: Zevkten daha ziyade işim olarak bilinir oldu. Sayesinde, hala bir somun ekmeği götürebiliyorum eve. Avustralya Açık'ı değişmem bir şeye.
2 - Hentbol: Hiç bir takım sporunu yanına koymayacağım deli bir olay. Küçük yaştan beri izlerdim. Ama son 7-8 yılda manyaklığa dönüştü.
1 - Atletizm: Sevmeyen mevta olsun.

Fey-tullah ve polisleri

Emniyet Teşkilatı'ndaki Nur cemaati yapılanması, laikçi çevrenin sık vurduğu kroşelerden bir tanesi. Bu konuda haklı oldukları gözle görülür bir biçimde ortada. Özellikle Ergenekon gözaltılarında polisin falsoları cevaplanamadan ve soruların üzerine gidilmeden kapatılıverdi. Teşkilatın hakkında pek çok suçlama bulunduğu halde nedense üzerine gidilmiyor. Bir vesayetten (asker) kurtulurken, diğer bir silahlı grubun (polis) vesayetine teslim olmanın pek farklı bir durum olduğunu düşünmüyorum. Al birini, vur ötekine. 'S.ktir git asker ve yaşasın polisimiz' ikiyüzlülüğünün karşısındayız. Her ikisi de görev alanının dışına çıktığında demokrasi ve halk düşmanıdır. Her ikisi de silahlıdır.

Zaman gazetesindeki Emniyet haberlerini kurcaladım biraz. 2010 içinde çıkan 120 civarında polis ilgilisi haberde olumsuz bir öğe bulamadım. Haberlere göre polis, halkının hizmetinde, yanlıştan azade, 'yüce', askerin sürekli yoluna taş koymak istediği, başarılarını çekemediği bir güzide kurumumuzdur. Reklam filminde çocuklara top atar, minik bebeğin yanağını okşar, yangında halka kendini siper ederek can kurtarır ve haşa siyasete hiç bulaşmaz. Candır, canandır.

Gazete, aynı dönemde istisnasız her gün asker hainliklerine dair haberler servis ederken, polisle ilgili tek bir iddiayı dahi gündemine almadığı gibi, Bornova'da polislik için heyecan duyan yeni mezunlar, piknikli aile ortamı, örnek teşkilat vurgusunu gazlıyor sürekli. Örnek metinlerimiz konuşuversin, ben susayım:

Emniyet Genel Müdürü: Dünyada gıpta ile bakılan teşkilat haline geldik
(...) Teşkilatların yücelmesinde insanların birbirlerine sevgi, saygı ve vefa göstermesinin önemli olduğunu vurgulayan Köksal, emniyet teşkilatının böyle olduğunu belirtti. Zaman zaman eksikliklerin olabileceğini anlatan Köksal, bunun ilgisizlikten değil bilgi eksikliğinden kaynaklandığını kaydetti. Polisliğin zor ama şerefli bir meslek olduğuna dikkat çeken Köksal, insanların çok kıymet verdikleri canları ve mallarını polislere emanet ettiğinin altını çizdi. Yeri geldiğinde şehit ve gazi olduklarını anlatan Köksal, polislerin görevden kaçmadıklarını ve ülkenin demokratik, hukuk ve insan haklarına saygılı bir ülke olma yolunda çalıştıklarını dile getirdi. (8 Nisan 2010, Zaman)

Emniyet Genel Müdürü: Ülkenin harcında şehitlerimizin kanı var
Köksal, şehitliğin insanoğlunun en yüksek mertebesi olduğunu belirtti. Ateşin düştüğü yeri yaktığını ve hiç kimsenin aile kadar üzülemeyeceğini ifade eden Köksal, çocuklarını şehit veren ailelerin acılarının vatanın ve polis teşkilatının dimdik ayakta olmasından dolayı biraz olsun hafifleyeceğini kaydetti. (8 Nisan 2010, Zaman)

Taş atan çocuklar, Emniyet'in klibinde rol aldı
İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Türk Polis Teşkilatı'nın kuruluşunun 165. yılı dolayısıyla taş atan çocuklarla ilgili klip hazırladı. Yaklaşık 55 saniyelik klipte, bir polis memurunun taş atan çocuklara futbol topunu fırlatması ve birlikte futbol oynaması yer alıyor.
Yaklaşık 55 saniyelik klip sırasında, "Kaygılarımız bir umutlarımız bir, hepimiz aynı ailenin fertleriyiz, bu hayatta hep birlikteyiz ve daime hizmetinizdeyiz. Halk için emniyet, adalet için hizmet" sözleri duyuluyor. (5 Nisan 2010 - Zaman)

Atalay: Türkiye Cumhuriyeti ilelebet polis teşkilatımızla birlikte yaşayacak
İçişleri Bakanı Beşir Atalay, emniyet teşkilatının toplumun huzur ve güvenini sağlamak için gece-gündüz demeden görev yaptığını belirterek, ''Türkiye Cumhuriyeti ilelebet polis teşkilatımızla birlikte yaşayacaktır'' dedi. Kurumların gücünü tarihlerinden ve ilkelerinden aldığını da vurgulayan Bakan Atalay, ''Fedakar polisimizi kutluyor, hepinizin gözlerinden öpüyorum'' dedi. (1 Nisan 2010 - Zaman)

Çapkın: Yanlış yapanları teşkilatımızdan ayıklayacağız
İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın, insan kaçakçılığı operasyonunda çok sayıda polis memurunun gözaltına alınmasıyla ilgili, "Yanlış yapan kim olursa olsun teşkilatımızdan ayıklanmaya devam edecektir." dedi. (13 Şubat 2010 - Zaman)


Bakan Atalay, polisin başırısını övdü
İçişleri Bakanı Beşir Atalay polis teşkilatının başarısı sayesinde Türkiye'nin artık faili meçhul cinayetlerin ülkesi olmaktan kurtulduğunu söyledi. Daha suç oluşmadan önleme çalışması yaptıklarını kaydeden Atalay, terör, çeteler ve mafyayla mücadelenin de sonuna kadar devam edeceğini belirtti. Polislere çağrıda bulunan Atalay, "Hiçbir güvenlik gerekçesiyle özgürlükler kısıtlanamaz. Özgürlükleri genişletmeye devam edeceğiz. Hiçbir güvenlik gerekçesiyle hukukun dışına çıkılamaz." dedi. (10 Nisan 2010 - Zaman)

Ergenekon sanığı Serdar Öztürk'ün, savcıları tehdit ettiği ortaya çıktı. Tutuklandıktan 4 gün sonra Başsavcılığa dilekçe gönderen Öztürk, "Operasyonlar sürerse TSK darbe yapacak." diyerek soruşturmayı yürüten savcılara gözdağı verdi. Ayrıca "darbenin ardından on binlerce insanın polislikten atılacağını, polis teşkilatının lağvedilip yerine yenisinin kurulacağı"nı iddia etti. (8 Mayıs 2010 - Zaman)

9 Mayıs 2010 Pazar

Zizekimsi psikopat


Slavoj Zizek, günümüzün en aykırı filozoflarından biri derler. Ben bir tane daha buldum. Manyamış bir Fransız olan Paul Virilio. Kendisine 'Şehir düşünürü' diyen 1932 doğumlu Virilio'nun uzmanlığı hız. Hız abicim, bildiğin hız. Teknoloji ve hız, insan yaşamına nasıl etki ediyor, neleri değiştiriyor bunlar üzerine yıllarını vermiş.

Enformasyon Bombası, Metis'ten 2003'te çıkmış. Werner Heisenberg'in 'Bugün başlamakta olan savaşlar sonunda insanlar için neyin 'gerçek' olacağını kimse bilemez' cümlesiyle açılan kitap, insanı karmakarışık eden inanılmaz iddialı bir felsefeyle dolu. İnternet, modern iletişim teknolojilerinin kullanımı, medyanın alet olduğu politik ve pazarlama göz boyamaları ve geleceğe dair korkutucu medya öngörülerini merak edenlere...

Örnek:
Geçmişte bir araya getiren ve yakınlaştıran şeylerin yerini bugün uzaklaştıran, reddeden, bölen almaktadır. Bu şoku ve geri tepmeyi destekleyen şey hızlanma teknolojileridir. Terörizm ve reklamcılık ise medya şiddetini uzun zamandır kendi doktrinleri haline getirmiştir. Bundan böyle ne kadar HAYIR derseniz deyin, EVET anlaşılacaktır. (Enformasyon Bombası, s.75)

Vay anam vaaay.

Her İstanbul akşamı

Bu şehirde yaşamak istememe nedenlerinin alası, trafik. İstanbul halkının ortak derdi. Birbirinin üzerine kafir gibi direksiyon kıran, her konuda haklı ve eli (ki o eli sokucam bi tarafına) sürekli kornada olan uyuzun önde gideni şoförler olduğu sürece, araç sayısıyla alakalı değil bu sorun. Hatta trafik işlerinin Ahmet Mete Işakara'sına dönüşen kadife sesli Murat Kazanasmaz, Banu Güven'e istediği kadar anlatsın boş yolları. Olmaz yine çözüm, iki gözüm.

Bu yüzdendir ki, dünyanın en orospu çocuğu kavşağı ve ışıkları Mecidiyeköy'dedir. 'Ben bir kez sövmeden karşıya geçtim Mecidiyeköyünde, hey gidiii' diyen varsa, beri gelsin. Tanıyalım.

İş çıkışı bir İstanbul akşamı. Fotoğraf, 7 Mayıs 2010 Cuma akşamüstü bendeniz tarafından Levent-Plazalar'da çekildi. Şöyle hafif trafik keşmekeşli akşam çökerken sanatsal bir 'şehir karesi' olsun istedim. Pek olmadı. Makinanın gavurluğundan.

Kırıcan mı belimi?

Seksi kıvırtak Ayşe Hatun, efsanevi güftesini bu koltuk için yazmış. İnsan oturmadığı için beli kırılan zavallı bir büro sandalyesi.

Bizim ofisten bir ibret-i alem manzarası. Kim sündürdü ulan bu sandalyeyi? Tüm gözler Yiğit'e dönmesin hemen. :)

Normal boyutlarda bir sandalye ile kendisini bir araya getirerek bir adet 'Aradaki farkı bulun' karesi oluşturdum ki, vehametin boyutlarını anlayınız. İnsanoğlu nasıl da gaddar, benmerkezci ve çevresel facialara duyarsız. Breh ve de pes.

4 Mayıs 2010 Salı

Sportif sanat



IHF (Uluslararası Hentbol Federasyonu), 2009 yılının en iyileri ödüllerinde medya başlığı altında bulunan 'En İyi Hentbol Fotoğrafı' ödülünü, Sportissimo Ajansı adına çalışan Fransız fotoğrafçı Stephane Pillaud ve Alman Camera 4'ten Tilo Wiedensohler'e verdi.

Yukarıda, Fransız Pillaud'nun 2009 Dünya Şampiyonası'ndaki Fransa-Angola maçında Fransız oyuncu Amelie Goudjo'nun havada asılı hissi veren şuta kalkış pozisyonunu ölümsüzleştiren karesi yer alıyor. Onun üzerindeki resimde ise Alman hentbolcu Holger Glandorf, Norveç savunmasının saldırısında...

İki fotoğrafçısının kareleri birinciliği paylaşırken, birincilik ödülü olarak kendilerine beşer bin İsviçreli frangı verildi.

Not: Şanlı e-yazıtımız, bu not ile birlikte 100 yazıya ulaşmıştır. Güzel olmuştur. Bu arada bu resmi de bana Bülent Gürkan yollamıştır.

Komik, absürd ve de saçma...

Modern habercilikte, alttan alta sokuşturmacı dil kullanımına alıştık. Ülke TV'nin hükümetle kıyıdan köşeden bağlantılı haberlerde kullandığı okşamalı dil, bunun net bir örneği. Örnek, onlardan geldi diye kabak cup! diye onların kafaya inmesin. Az veya çok neredeyse tüm TV-gazetelerde var böyle 'inceci' metin ayarları.

Ama bir zamanlar, insan hakkının hak getirdiği günlerdeki haber dili, evlere şenlikten çok daha ziyade; Rio karnavalı!

Milliyet gazetesi, 1960'lar... Film yıldızı Mary Britt'in 'zenci şarkıcı' Sammy Davis ile seviştiği haberi, ayrımcı olmanın çok daha ötesinde, kıskançlık barındırıyor. 'Beyaz kadın bizi eksik mi buldu ki zenciye gitti' metnini, 'zenciyle sevişiyor' başlığının göndermelerinde buluvermek mümkün. Komik, ama aynı zamanda eziklik içgüdüsüyle yazılmış bir haber.

Eskiden zenci bir kadınla evli olan zenci şarkıcı diye aşağıladığı da koca Sammy Davis ha; adam blues'un kitabını yazıp kafalarına fırlatsa, beyin kanamasından ölürler...

23 Eylül 1966 tarihli diğer haber ise facia. 'Homoseksüeller temizleniyor' haberi baştan aşağı inanılmaz. Ama son cümle - ki bilginin doğru olduğunu kabul ediyoruz - akıllara ziyan:

'... İkinci Şube müdürü Vedat Sokollu'nun emriyle makyajı silmiş ve berbere gönderilerek saçları kestirilmiştir'

Ne oldu? Kurtardınız mı homo arkadaşı? Allah sizi davul-zurna etsin.