29 Nisan 2010 Perşembe

Kapristesin sevgilim


Newsweek Türkiye'nin özenle hazırlanan sayfalarından biri olan eğlencelik 'haftanın demeçleri'nde yerlere yattığım bir söz. 6 yaşındaki Ömer, cinsine özgü uyuz nazlanma triplerinin gelecek yıllarda zirve yapması büyük olasılık Gizem'e dil dökerken çileden çıkmış.

Analizlerinin hastasıyım

IAAF (Uluslararası Atletizm Federasyonu), daha önce de yazdığım üzere yeryüzünün en iyi metin kalitesine sahip federasyon sitesi. Bugün bir yazı gördüm; harikaydı. Anlatiim dur.

Bu yılki takvimin sonunda eski adıyla Dünya Kupası, yeni adıyla IAAF Kıtalararası Kupa yapılacak atletizmde. 4 Eylül'de. Yani daha 4 ay var. Yarışmalar Split'te yapılacak. Sizce, bu konuyla ilgili nasıl bir yazı yazılır dört ay önce?

Atletizm gurusu abimiz Bob Ramsak - sitenin sürekli yazan muhteşem editör/istatistikçilerinden biri - Split özelinde bir atletizm özeti yapmış. Bu organizasyona ev sahipliği yapacak Split'ten çıkıp dünyaca ünlü olan atletlerle ilgili tadımlık bir geçmişe yolculuk. 200 bin nüfuslu kentin son olarak güzel göz Blanka Vlasic'i sunduğu atletizm dünyasına eklediği satırbaşlarını özetlemiş.

Yazının kendisinden ziyade, fikre bakar mısın arkadaşım? Siz kaç tane Metin Oktay'ın ölüm yıl dönümünde onun penaltısını kurtaran beş kaleci röportaj-analizi okudunuz? Geçtim atletizmi. Çok sevdikleri futbol konusunda büyük gazetelerde kaç tane lezzet yazısı okudunuz?

Mesleği 'zıpor gasteciliği' olan kötü futbol gazetelerindeki kurutulmuş p.çler, ancak çemkiriş haberleri uydurma konusunda uzmandır. Bu tip yazıları bırak yazmayı, okumayı bile beceremezler. Küfür gerekir bunlara. Sabah, akşam. Hıncal'ın dediği gibi: Sin-kaf da sin-kaf...

Ver linki de o kadar nağme yaptığın yazıyı okuyayım dersen...

Floppy ölmemiş

'Vay be Floppy i.nesi' diyesim geldi içimden... Cenazeyi toprağa beş yıl önce verdiğimizi sanardık. Değilmiş.

Haberi bugün BBC'de gördüm. Binbir cefa ile 1.44 MB boyutundaki dosyalarımızı içine tıkıştırdığımız Floppy - namı diğer disket; Karadeniz lehçesinde tisget - hala üretiliyormuş meğer. Eski bir dost ile kaldırımda yürürken karşılaşmak gibiydi.

Haberin sporundaki 'Sony, yaklaşık 30 yıl ürettikten sonra floppy üretimini resmen durdurdu. Ancak öldü denilen bu disketler hala üretiliyor. Peki bunların tüketicisi kim?' ibaresi, yazıya ilgi duymam için yeterliydi. Eski dost, bakalım neler yapıyormuş diye baktım habere.

İlgimi çeken, İngiltere merkezli Verbatim firmasının yaptığı açıklama oldu. 900 bin floppy'nin taşıyabileceği datayı bir seferde alan flash disklere ve çeşit çeşit belleklere karşın, hala floppy üretip, Avrupa'da dahi aylık yüzbinlerce adet sattıklarını açıklamış. Özellikle eski sistem makinelerini kullanan işyerlerinde sadece floppy okuyucusu bulunan aletler, Avrupa'da hala talep olmasının sebeplerinden biriymiş.

Vay gavur 1.44'lük floppy. Az çekmedin yükümüzü bir dönem... Az da tükürmedin yüzümüze. Atarız içine, vermezsin geri. Bozarsın, çizersin. format yersin, düzelmezsin. Aah, ah. Yine de sağolasın insanlığa hizmetlerinden dolayı. Eyvallah.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Bir medya büyüğü: YÖ

Tapınırcasına okumam; etmem. Eskiden yapmazdım, hala da yapmam. Alışkanlığım oturmuş yani. Bir günlük köşe yazarını harala gürele okumam.

Günlük yazar müptelası olmak sıkıntılı bir şeydir. İnsanı köreltir. Bağımlı kılar. Akşam bir mevzu çıktığında, 'hele sabah olsun, üstad bakalım ne yazmış, du bakalim' başvurusu, bağımlılığın ileri aşamalarında ortaya çıkan bir nevrozdur. Daha ilerleyen boyutunda, sorgu-sualden vazgeçilir; 'pencereler birleştirilir', gelişmiş medyadaki tüm paylaşma ve arkadaşına gönder seçenekleri sınırsızca kullanılır. Adam/kadın ne yazmış, 'işte tam bu benim demek istediğim' hergüne yayılır. Oysa ki, o senin 'tam' demek istediğin değil, fikir üretemezliğinin ve de acınası bağımlılığının ete kemiğe bürünmüşüdür.

Aralıklı okurum. Her gün yazan, normal olarak azıtma/sapıtma (hatta saçmalama) katsayısını da artırır. Normaldir bu, bir itirazımız yok. O yüzden günlük yazanlardan da ara ara tadar, genelde haftalık yazanlardan daha sağlıklı fikir sentezinde bulunurum. Örneğin, bu yüzden saygıdeğer Yıldırım başkan (Türker) hiç bıkkınlık vermez bana. Az, ama öz olduğundan. Öyle ya; günlük yazsa, bu kadar takılmazdım.

YÖ Efendi, hızlı yıldız yükselten büyük medyanın uçan-kaçan kalemi. Bu e-yazıtın dilini yirmibeşe katlayan kaykılmalı diliyle, Türk halkını çözmüş kısa ve şakkadanak (cümle değil) cümlecikleriyle belli bir hayran kitlesi yaratmış. Memleketi İzmir'de vücut bulan, ama ülke sathında hayli geniş tabana yayılan 'tutucu' kitlesinde coşkuyla çıktılanır bu yazılar. Yıldızlar ve ünlemler koyularak e-postalarda gezinir, Okuyan ağızlardan 'helal be'ler çekilir, hu çeker misali... Bu dalgalı geri dönüşler YÖ Abi'yi daha bir kalemşör yapar. Kelimeler sivrilir, etkili mizahı ile aralara yeri geldiğinde Türkçü, bolca Atatürkçü, zaman zaman kutsalcı, bazen bölge millyetçiliği/merkeziyetçiliği yapan saldırılarını sevimli kılar (Kabulü olan okuruna göre, bana pek sevimli gelmiyor.)

Bay YÖ, Hürriyet'in tam istediği bir yazar. Eskiyen modeli Emin Çölaşan'ın zırttırı diye gazeteden atılmasıyla ipteki cambaz sayısı bire inince, çok daha ihtiyaç duyulur hale geldi. Hürriyet gibi merkezdeki her popüler gazete onun gibisine ölür. Soruverin bir başka merkez medya kurtu Fatih Altaylı'ya bakalım; şu an en çok arzuladığı bir iki yazardan biri YÖ değilse namerdim. Tam istenilen kıvamdır YÖ. Hıncalvaridir. Boş Muhaliftir (her gazeteci muhalif olmalıdır, o ayrı. Muhalif olmak Duracell'in kıç tarafından eksi kutbu olmak anlamında değildir). Toplumsal meselere duyarlıdır. Ama tüm popülistler gibi ü- maalesef ki - statükocudur.

YÖ'yü okumazdım. Bazen sağda solda eleştiri alan yazılarını görünce yazılarını inceledim. Oturdum Hürriyet web arşivden son şaheserlerine baktım. Bu medya fenomeni üzerine gördüklerimi buraya not düştüm. Tarihler, 26 Nisan'ı gösterirken.

1. Kelimeleri kıtlayarak yapıverdiği 'üç-söz cümle' üstadıdır. Bu kabul edin etmeyin, çok önemli bir meziyettir. Fıkra yazarlığı için artı olarak kendisine dönmektedir.

2. Oyunlarla oluşturduğu başlıklara sıkça başvuran bir kelimebazdır. Bu yazı okutma ve ilgi çekme taktiği, popüler yayıncılığın önemli bir göstergesidir. Bir dönem gazetenin ana manşetini her gün kırma kelimelerle düzen STAR mutfağında yetişmenin bir getirisi olsa gerek kendisine. Bir kaç örnek:

Vatandaşa SİT'tir
Sizin ampul k'açlık?
Deveyi diken...

3. Bazen edebiyat yaptığı yazıları ilgi çekici derecede iyi kurguladığını da belirtelim. Şekil A'yı ben beğendim mesela...

4. En ciddi sorunu, abartı unsurunu gerçekleri çarpıtarak ve önyargılı kullanmasından ileri gelmektedir ki; bu günümüzde sadece YÖ abimizin değil, pek çok yazarımızın da sorunudur. Dolayısıyla sadece ona yüklemek haksızlık olur. Lakin, sivri dilli abartıları ve YÖ okurundaki direkt amentü etkisinden dolayı bumerang'ı yıkıcı olmaktadır.

Sevgili örneğimiz; üzerinde vaveyla koparılan 14 Nisan Çarşamba günü yazdığı, basbayağı 'köpek seni köpeeek' edebiyatı örneklerinden 'Yumruk' yazısından gelsin:

Soralım dolayısıyla... Bu ülkenin çocuklarına ateş edip öldürmek “demokratik hak” kabul ediliyorsa, parti liderine girişmek niye “ırkçılık” oluyor?
Mayın demokrasiyse... Yumruk niye faşizm?

Şimdi, bu düpedüz kaşıma ve duygularla oynamadır. Barış isteyen, ya da diyalog isteyen bir Allah'ın kulunun mayından yana çıktığı, ateş edip öldürmeyi demokratik hak falan talep ettiği yok. Böyle bir şey mantığa aykırı. Ama yazıdaki abartı ifadeye ve alt metne dikkat. Mayın demokrasiyse... Olayı bu kadar basite indirgeyeceğim diye düpedüz yalana/iftiraya çekmenin, bayağılaştırmaya denecek en hafif şey, terbiyesizliktir. Terbiyesizliğe gerek yok YÖ.

Devam et YÖ:

Açın gazetelerin internet sayfalarını, bu haberin altına yapılan yorumları okuyun...Yumruğunu “adaletin tokmağı” yerine koyup, Ahmet Türk'ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu... Çünkü, teröristi meşru hale getiren “açılım” saçmalığı, sadece bir tarafta değil, öbür tarafta da “eşkıyayı kahraman” yapmaya başladı.

Pek çok kişinin duygularına tercüman oldu. Yönlendirilmiş kitlelerin duygularına, evet. Senin gibilerin böyle dolduruşların dolayı. Unutma, aynı kitleler Hrank Dink'in de katline alkış tutanlardı. Yiyor mu g.tün bunu demeye? Konuşturma beni...

5. Apaçık militaristtir. Ve en çok da bu özelliği nedeniyle bana uzaktır. Bu noktada (bir sürü eleştirilecek yanı da bulunan, ama ne olursa olsun sonuçlanması ve sorgulanması gereken) Ergenekon operasyonunda ilk günden itibaren safsata edebiyatı yapması ve göz altına alınan paşacanlarla ilgili düzülmüş ajitasyonlar bunun acı birer vesikasıdır:

İbrahim Fırtına, pilot, orgeneral, Harp Akademileri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, üstün hizmet madalyası, şeref madalyası sahibi, millete 45 sene hizmet etti, evi basıldı.

Özden Örnek, kaptan, oramiral, Donanma Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, üstün hizmet madalyası, şeref madalyası sahibi, devlete 45 sene hizmet etti, evi basıldı.

Çetin Doğan, topçu, orgeneral, Jandarma Asayiş, Ege Ordu, 1'inci Ordu Komutanı, üstün hizmet madalyası, üstün cesaret madalyası sahibi, ömrünün 43 senesini verdi, evi basıldı.

Söyler misin sevgili YÖ, üstün hizmet madalyası ne için verilmiş, neredeyse Preveze Deniz Savaşı'ndan bu yana kaptan-ı deryaya ihtiyaç duymayan bu ülkede amiral beye? Almayan kapasitelere anlam yükleme. Çok sevdiğin deyimle, gaz verme!

Hep sen mi bozucaksın kelimeleri, YÖÖÖÖk öyle...

20 Nisan 2010 Salı

Efsanesin Parizyen Şevket


Absürdizmin üst sınırından muhteşem bir haber buldum. Olayımız, 1961 yılının eylül ayından. 'Talebe' voleybolcu Şevket Güventürk, maç için gittiği Bulgaristan'da kadın çorabı satmaktan disiplin kuruluna sevk edilmiş! Adaşım Şevket, bu işe alet edildiğini iddia ederken, 'Gerekirse tüm işbirlikçileri açıklarım' diyor. (Resmi büyütmek için üzerine tıklayın)

19 Nisan 2010 Pazartesi

Naif magazin

Magazin, yavşamış paparazziler yüzünden erozyona uğrayan bir uğraşı alanı oldu gazetecilikte. Oysa ki nasıl keyifli bir iştir. Renktir, insanları eğlendirir, bilgilendirir, rahatlatır. Hem üretmesi keyiflidir, hem de okuru 'katran gündemden' kurtarır. Kare bulmaca gibidir bir çeşit.

Magazin haberinin güzel yapıldığı zamanlardan bir örnek. Cumhuriyet gazetesinden 1944 yılının 25 Temmuz'una gidelim beraber. Zamanın büyük san'atçısı Münir Nurettin'in çalınan pardesüsü, kim bilir kaç insanın 'Tövbe tövbee, gördün mü bak?' tepkisiyle okunuvermiştir vakti zamanında...

Yorum sorunsalı

Zaman zaman aklıma gelen konuyu buraya not etmek düşüncesindeyim, okurlar... Bir kaç gün önce Ruşen Çakır'ın programında Ahmet Türk'e yapılan saldırıyı kınadığı yazısına gelen yorumlardan şikayet ettiği Yazı İşleri'ni izleyince, bu konuyu 'Çekoslovak gündemine taşımalı' diye düşündüm.

Mevzumuz, giderek ciddi siteleri 'ekşiten' yorum alışkanlığı. Türkçe internette 2000'de başlayan web haberciliğinde yorum yazma geleneği ilk yıllarda yoktu. 2002'de ilk olarak belirmeye başladı. Sonrasında giderek yayıldı. Şimdi ise bir gerekliliğe dönüştü. Artık herhangi bir içerik sunan sitede 'yorum ekle' menüsü olmayan kalmadı.

İnteraktif olsun diye koyulan yorum menüsü işin b.kunu çıkardı. Çoğu zaman haberin önüne geçti. Haberin aslı, altında uzayıp giden Manas destanında uzaya doğru sündürülürken, küfürler-kafirler gırla giderken, site yönetimleri/editörleri bunun üzerine düşünmedi. Tam tersine, 'yorum' girişi fazla olan haberler, yayın yönetmenlerince ısıtılıp, takla attırılıp, önemli haberlerin önüne geçirilip manşetlere taşındı. Yani haber değil, sansasyon ve bu mesleği b.k eden 'tüketici ilgisi' ön plana çıkarıldı. Haber sitelerini, resim galerisi gezicisi, tartışamayan, at gözlüklü haber tüketicilerinin yazdığı yorumlar/tıkladığı linkler yönlendirmeye başladı. Tıpkı, Show TV'nin 'çok izleniyor'u gibi, bir de elektronik medyamızın 'çok tıklanıyor' hazır cevabı, pusulası oldu işimizin.

NTVMSNBC en fazla direnen olmuştu 'yorum ekle' butonuna. Ama onlar da - yanlış hatırlamıyorsam - üç yıl önce koydu butonu, huzura erdi. Artık herkes herşeyi biliyormuş gibi 'kem kiri kem kim' diye döküyor içindekileri. 'Sen sus lan Karslıdeli19' diye ayar çekiyor öbür yorum sahibine. Haber altlarında loş ışıktaki insanların boş satırlarını okuyarak deliriyoruz artık.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Festivalden...

İstanbul Film Festivali'nde 29'ncu yıl yaşanıyor. 87 yıllık tarihi mekan Emek Sineması'nın yıkılacak olmasının burukluğundaki festivalde ilk hafta üç filmi görme fırsatım oldu. Hafta içi seanslarının 3.5 lira olması güzel tabii, ama daha güzel olan benim geçen hafta programımın çok müsait olmasıydı.

İlk olarak Neil Young'ın Bavulundan Şarkılar(Neil Young Trunk Show) izledim. Kanadalı ünlü folk-rock müzisyeni Young'ın, basit bir iki sahne arkası diyaloğuyla süslenmiş samimi bir konser kaydı olan belgesel film, sanatçının şarkılarını sevenler için çok ideal.

İkinci filmi Yeni Rüya Sineması'nda izledim. İlk filmi Grbavica'ya (Esma'nın Sırrı) bayıldığım 36 yaşındaki genç Bosnalı kadın yönetmen Jasmila Zbanic'in ikinci uzun metrajlı çalışması da muhteşem bir film: Na Putu (Yolda). Berlin'de Altın Ayı'ya aday olan film, bir hostes ile işinden atılan kule görevlisi arasındaki aşkın karşı karşıya kaldığı ciddi sınavı, toplumsal bir eleştiriyle örüyor. İslamofobinin sarmalıyla ve televizyonlarda sıkça görülmeye başlayan uzun sakallı cihadistlerin korkusuyla müslüman kimliğini 'uca iten' Batılıların bu damarını iyi gören Zbanic, üzerine düşünmeye değer bir noktayı yakalamış. Eski arkadaşı sayesinde köktendinci bir gruba giren Amar (Leon Lucev) ve kız arkadaşı arasındaki ilişki, aralarındaki müthiş sevgi bağı ve geleceği müjdelenen çocuğa karşın, ideolojilerin ve yargıların engellerine takılır. Bir yerlerden bulup mutlaka izleyin.

Ayrıca Zbanic'in ilk filminde de oynayan Hırvat aktör Leon Lucev'i mükemmel bir aktör olarak listeme eklemiş durumdayım.

Son olarak müthiş bir sinema geçmişine sahip İran'dan hiç bilmediğim bir yönetmenin filmini gördüm. Nader Hümayun'un filmi Tehroun, başkent Tahran'da geçen bir polisiye. sadece bir kaç koltuğu boş bir salonda (Sinepop) izlediğim bu film, başkentin suç hayatını ve bu çetrefilin içindeki bir ailenin dramını anlatıyor. Basit bir hikaye gibi görünse de etkileyici bir anlatım, finaldeki uzun tek plan ile insanı sarsıyor. Burayı söylememek daha iyi.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Muhteşem 9: Ehil Gazeteciler

Hep bir çemkiriş, efendime söyleyeyim bir delirme, bir sataşma olmayıversin hissiyatına kendimi kaptırarak, güzelliklerden de dem vurmak fikriynen başlatmış olduğumuz 'Muhteşem 9' adlı köşemizin ikinci bölümüne hoş geldiniz, beş gittiniz.

Bu kez sizleri pis medyamızın işini sağlam yaptığını düşündüğümüz iyi gazetecilerinden oluşturduğumuz listeyle baş başa bırakacağım. Sanmayın ki, bu y.vşak alemin içinde her bir gazeteci birer 'çöl aşan'... Var tabii ki içlerinde vahada yaşayan. İşte dokuz tanesi:

9 - Adem Demir: Newsweek Türkiye'nin üretken muhabiri. Özellikle Doğu sorunu, İslami kesim ve Irak üzerine yaptığı haberlerle dikkatimi çekti. Çok iyi.

8 - Ceyda Karan: Radikal dış haberler editörü. 10 yıldır yaptığı o güzel sayfanın yanında, yazdığı köşe yazıları ve şimdilerde TRT'deki programıyla konusuna ne kadar hakim olduğunu gösteriyor.

7 - Alper Görmüş: Medya ahlakı konusunda ondan öğrenilecek çok şey var. Nokta'dayken başına gelenlerden sonra, eğilip bükülmeden Taraf'ta doğru bildiğini yazıyor. Aklıselimin karşılığı.

6 - Zafer Arapkirli: Mükemmel bir gazeteci olduğunu düşünüyorum hala. Kimse nedense TV'ye yakıştıramadı onu, ama habere her açıdan bakabilen sağlam bir abimizdir. NTV'den ayrılması hataydı. Şimdi kayıplarda...

5 - Fuat Kozluklu: Arapkirli'yle aynı kulvarda değerlendirebileceğimiz değerli bir haberci büyüğümüz. 24'te biraz 'yorum kaykılması' yaşadı mı, evet. Yine de hükümete yakın bir kanalda diye silemeyeceğimiz kadar düzgün adamdır.

4 - Balçiçek Pamir: Bu kadın olağanüstü. Orjinal fikir üreten, önyargısız (ki kadınlarda pek nadir bulunur), sempatik, gevezelik yapmaktan çok karşısındakini dinleyen ve anlayan, müthiş empati yeteneğine sahip bir güzide insan. Yani; Ruhat Mengi'ye aynadan ters bakın. Ta kendisi saygıdeğer haberci ablamız Balçiçek'tir.

3 - Oğuz Haksever: Aynı haberi dört kez sunarken, metin olmadan dört farklı giriş yapan tek Türk habercisi! Adam derya. Cesur. Sakin. Net. Bu kadarı bile, genç haberciler için 'hoca' olur.

2 - Ahu Özyurt: Çok büyük bir kadın haberci daha. Yiğit Bulut eşşeklik edip güzelim kadını arka sıralara gönderdi. Gerekli gereksiz bir sürü 'sipiker' koydu ekrana. Ahu, zaten üç gömlek fazla Habertürk'e. Hatta Türk medyasına.

1 - Ruşen Çakır: Ve zirve Ruşen başkanın. Sadece 'Yazı İşleri' programı bile klasını ispata yeter. Laz kanı (Hopalı) olduğu için sözünü 'çattadanak' diye söyleyen, cin fikirli, demokrat ve özgür bir gazeteci. 2000'li yılların en iyisi.

Ses, bir ki...

Yayıncılıkta ses, çok ayrı bir ilgi alanı. Sanki, hep öncelikle görüntüye odaklanıyor, ses uzmanlığı önemsenmiyor gibi geliyor bana. Oysa ki sessiz/efektsiz görüntünün hiç bir anlamı yok.

Şimdi dijital teknolojiyle sesin kıvamı, rengi ve tüm ayrıntıları kayda alınabiliyor. Ve çekimin gerçekliğine çok büyük katkı yapıyor.

Nereden geldi aklıma böyle birşey yazmak? Geçenlerde Kanal 24'te gördüğüm rezalet bir çekimden. Dış mekan çekimi yapılmış, program konuğu Kenan Işık. Adamın ne dediğini, sunucunun ne sorduğunu bir türlü anlayamıyorsun. 'Mur muru mur mur' ses geliyor. Hiç mi dinlemiyorsunuz a benim canlarım, ne çekiyoruz, kayda ne giriyor, ne çıkıyor diye? Prova da mı yapmıyorsunuz?

Hadi yapmadınız. Program canlı değil. Kurguyu bitirdiğinizde izlemiyor musunuz, eksiği, gediği var mı diye? İşinize biraz saygı efenim. Ciddiyet.