26 Şubat 2010 Cuma

10 santimlik bıçak

1957 yılının 15 Temmuz'unda Tercüman'ın birinci sayfasından 'İki erkeği birden idare ediyormuş' başlığıyla giren haber.

Ayrıntılar var. Kahramanlar, haber metnindeki ifadelerle Kurtuluş'ta oturan Selahattin adlı genç, İnci adındaki kadın, ve Cahit adlı şahıs... Belki de toplumsal baskıdan kurtarmak için soyadlar verilmemiş ama Selahattin'in Kurtuluş'ta oturuyor olması belirtilmiş.

Ama beni yerlere yatıran, Cahit'in 10 santimlik bıçağına yapılan vurgu. Cahit, 10 santimlik bıçağıyla 'rakibi' Selahattin'i karnından ağır surette yaralamış. Metin içinde iki kez veriliyor bıçağın boyutunun 10 santim olduğu bilgisine.

Özcan Tekgül


Kuşağımızın çok öncesinde bir isim olduğu için üzerinde biriken toz tabakası yüzünden tanımadığımız 'kült figür' Özcan Tekgül'ü geçtiğimiz günlerde rahmetli hocamız Ünsal Oskay'ın kitabında okumuştum. Hoca, 1960'lı yıllarda gençliğini geçirenlerin dünyasını değiştiren vamp kadın Özcan Tekgül'ün şimdiki zibidilerin çok ötesinde gerçek bir sanat icra ettiğini yazıyordu kitabında. Güzelliğinden de kitabın birbirinden çok farklı bölümlerinde bahsetmekten kendini alamıyordu. Hatta 'gördüğüm en güzel kadın' ifadesibi onun için kullanıyordu.

Gazeteleri karıştırırken, Tercüman'da bir Özcan Tekgül ilanı gördüm. San'at sever müşterilerine saygının şeffaf bir ifadesi olarak.

21 Şubat 2010 Pazar

Unutulanı unutmamak

Spike Lee'nin epik filminden etkilenerek alengirli hayatına merak saldığım, sonrasında beni değişiren insanlar listesinde üst suralarda yer alan büyük mücadele adamı Malcolm X'in katledilişinin yıldönümü bugün. Ülkesi Birleşik Devletler'in karma karışık 60'lı yıllarında 'tehlikeli adamlar' (ya da CIA'in katli vacipler) listesinde üzerine çizik atıldığında, henüz 39 yaşındaydı. Afro-American Birliği'nin New York'taki bir toplantısında konuşma yaparken, eşi ve üç küçük kızının gözü önünde salondaki 'devlet destekli' militanlar tarafından çapraz ateşle öldürüldü.

Malcolm'un 39 yıllık çalkantılı hayatında, bir insanın düşebileceği en aşağılık noktadan (beyazlara benzemek için saçlarını yakarak düzelttiren, eroinman ve hırsız bir insan) onurlu bir ölüme yolculuğu, başlı başına örnek bir mücadeleydi. Peygamber iddiasıyla ortada dolaşan ultra-faşist Elijah Muhammed ile bozuştuktan sonra, özellikle de siyahların yaşam hakkı için çaba gösteren OAAU'yu kurunca, çomak sokulan tekerlekler tersine dönüp O'nu ezmekte geç kalmadı.

Türkiye'deki Malcolm imajıyla ilgili gördüğüm en iyi tanımı Roni Margulies yapmıştı: 'Malcolm X'i hep İslamcılar sahiplendi bu ülkede. Müslüman kimliğiyle bir sadece mücahit olarak tanıttılar onu. Oysa o, müslüman kimliğinin öncesinde, halkının, insanının kurtuluşu için çabalayan gerçek bir sosyalistti. Özgürlük olmadan, inancın olmayacağının farkındaydı.'

Malcolm X, 45 yıl önce bugün New York'ta bir konferans salonunda öldürüldü. Marcus Garvey'in yaktığı Afro-Amerikalıların özgürlük ateşinin altını, canı pahasına odunladı. Tüm yaptıkları ve mücadelesi - nedense - Martin Luther King'in gölgesinde bırakıldı. Oysa ki, alt tabakadan gelen biri olarak tüm renkli ırkların karışımındaki geniş yoksul tabanları, tek bir el hareketiyle örgütleyebilen yegane lider olarak bile Amerikan tarihine, dahası Afrika'da 60'lı yıllarda hız kazanan bağımsızlık mücadelelerine bayrak oldu.

Ruhu şad olsun.

Malcolm X (Malik El Şahbaz) / 1925-1965

19 Şubat 2010 Cuma

Şanı yüksek Anja

Vancouver 2010 Kış Oyunları'nda neredeyse ilk hafta geride kalırken, ancak bir kaç yarış izleyebildim. Dergide yeni sayı için süren hazırlıklar, yayınlarımın farklı saatlerde olması ve gece ayakta kalamadığım için önemli bölümünü kaçırdığım ilk haftanın sonuna doğru Alp Disiplini'nde şanlı Anja'mızın kazandığı madalya ile sevindim.

Daha ilk yayında, TRT'nin yeni bir Hüseyin Başaran bombasına denk geldim dün. Anja Paerson'un inişteki az kalsın komaya gireceği tehlikeli düşüşünü 'Muhteşem bir atlayış! Muhteşem bir... Muhteşeeem... Muhteşem.. Düştü!' diyerek az sayıdaki saçımı yolduran Hüseyin abimiz, Alman ablayı Stiçert (okuşunu Steh-hert), Paerson'u Pörsın (okunuşu Peer-son) ve en önemlisi Amerikalı Mancuso'yu bayağı pazar abisi diliyle Man-çuuso (okunusu Man-kuuso) diye telaffuz eden Hüseyin Abi, yayın esnasında bir taraftan demleniyormuş hissi veren edasıyla mahv-u perişan etti gülüm yayınları.

Neyse, Anja'ya dönelim biz. Pernilla Wiberg ablamızdan bu yana 1 numaralı kayakçım olan sevgili şişmanımız Anja Paerson, dün inişin bitişine iki kapı kala feci uçup 60 metre sürüklenince bir hayli korktum. Ama yarışmanın başlamasına iki saat kala katılımının kesinleştiği kombinede meydana çıktı ve bronz madalyayı boynuna geçirerek gerçek bir süper yıldız olduğunu gösterdi.

Bu madalya, Paerson'un kariyerindeki altıncı olimpiyat madalyası oldu. Paerson, böylece tarihte en fazla olimpiyat madalyasına sahip Janica Kostelic ile durumu eşitledi. Kostelic'in 4 altın, 2 gümüşü; Paerson'un ise 1 altın, 1 gümüş, 4 bronzu bulunuyor.

Ancak Paerson, üç ayrı olimpiyatta madalya kazandı ve daha uzun bir periyotta 'zirve mücadelesine' girme başarısı gösterdi. Sporu bırakan Kostelic ise 2002 ve 2006'da yarışmıştı.

Üç yarışı daha var Paerson'un. Yedinciyi bekliyoruz.

Anja, iniş yarışında düşüp 60 metre sürüklendi, ertesi gün çıkıp bronzu kaptı.

17 Şubat 2010 Çarşamba

Bu nedir bilader?


'Belediye, belle diye' yazımızın üzerinden henüz 17 gün geçmiş. Enfes bir örnek gördüm bugün, eklemeden duramadım.

Bahçeköy'de yağcılıkta sınır tanımayan belediye üretimi pankartlara yenisi eklenmiş! Görevi temizlik olan 'temizlik işleri müdürlüğüne', sokakları süpürdüğü için teşekkür pankartı! Sağolsunlar, o kadar iş güç arasında sokakları süpürüyorlar...

Yağ bidonusunuz. Bidon kafalı belediyeciler!

16 Şubat 2010 Salı

Yiğit Bulut'a güzelleme

Yiğit Bulut (*), parlak 21. yüzyıl habercisi. Atak, kışkırtıcı, fingirdek ve ateşli. Fatih Altaylı'nın yaşlılığında saltanat teslimi için yetiştirdiği bıdığı. Ekonomi yazarından genel yayın yönetmenine devşirilen muhteşem fikir.

Yiğit Bulut, giderek kıvamını buluyor. Sertleşiyor, ekibine karşı günaşırı 'işte o kadar!' kestirip atmaları yayılıyor binadan alev alev. Programlarında gerinme nöbetlerine giriyor; ekrana delercesine bakıp 'sayenizde rakipsisiz' diyor ve bu tehlikeli cümlenin dönüştüren girdabında giderek küçülüyor. 'Başarısız' muhabiri için Diyarbakır'ı sürgün yeri belliyor (medyatava.com, 15 şubat tarihli haber), rating raporlarının eline ulaştığı anlarında heyecanı artıyor.

Her programda konukların yüksek ses tonunu ısrarla körüklüyor Yiğit Bey. Onların üzerlerine gidiyor ve olmadık yerlerde olmadık sorularla içindeki rating canavarını kusuyor. 'Kim onlar, isim verin isim, bana mı/falancaya mı diyorsunuz, açık açık konuşalım' sıkça serpiştirdiği ve aralara sokuşturduğu cesaret cümlecikleri olurken, programını pek bir heyecanlı hale getiriyor. 'Ben tarafsız konumda burada oturmasaydım, diyeceğim çok şey vardı' sözleriyle boş bir küfe olmadığını özenle anımsatırken, bazı bazı kendini tutamayıp iktisat tarihinden referans alıp 2010'daki konjonktürel duruma ustalıkla bağladığı tezlerle beziyor konuklarını. Moderatör koltuğundayken.

Şahsına özel bir yayın yönetmeni Yiğit Bey. Ama ne yazık ki, buralara yükselmeden MHP sempatizanlığını kendi kendine afişe etmiş bir haberci olarak malesef hiçbir oturumda Oğuz Haksever duruluğunu bulamayacak.

---
(*) - Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni. Yaklaşık 10 yıl önce Radikal'de yazdığı ekonomi yazılarını beğeniyle takip ettiğim, yıllar boyunca bu yazılardan çokça faydalandığım, ancak bir anda büyüyen kariyeri tartamadığı için giderek Altaylılaşmasından dolayı gerçek anlamda üzüntü duyduğum, son zamanlarda ise çevremde antipati derecesini hayli yükselten gazeteci.

15 Şubat 2010 Pazartesi

İbretlik

İki ay önce bu e-yazıt'a ibreti alem olsun diye geçirdiğim 'Şeriat lafazanı' yazısında alaya aldığım laflar gerçek oldu! O yazıda, iki tane süper zeki şeriatçının yılbaşının mübarek cuma gününe denk gelmesi üzerine 'devlet dediğin yılbaşını iki gün sonraya alır' lafını aktarmıştım size. İnanılması güç ama, buna benzer bir uygulama gerçekleşti! Diyanet İşleri Başkanlığı, hükümetin 'komşularla sıfır sorun' politikası uyarınca Kutlu Doğum Haftası'nın tarihini değiştirdi.

Hazreti Muhammed'in 571'deki doğumunun miladi takvime göre denk geldiği 20 Nisan tarihini içinde barındıran haftada, 1994'ten itibaren Diyanet'in ülke çapında İslam Peygamberi'nin hayatına dair ülke çapında bir sürü etkinlik gerçekletiriliyor. Sempozyumlar, yarışmalar falan filan. Bir sürü program. Tabii bu arada cemaatler falan da kendi camilerinde/tekkelerinde yoğun katılımlı programlar yapıyorlar. Ve bunları kullanıp, 'Atatürk meclisi açılışı kutlanırken, adamlar kuran okuyor' diye olayı 28 Şubat haberleri kıvamına getirenler de oluyor dolayısıyla.

Bundan kıllanan Genelkurmay, bir-iki yıl önce olaya maydonoz olmuş. Tam bir hastalıklı bakış açısı ürünü '23 Nisan kutlamaları gölgeleniyor, alternatif kutlama oluşturuluyor' diye şikayet bildirmiş. AKP'nin kapatma davasında da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, 'şeriatçılık' atıflarından biri olarak da 'Cumhuriyet'in içini boşlatma anlamında kullanılan bir Kutlu Doğum Haftası' argümanını kullanmış.

Ve tam da bu hastalıklı bakışı yüzlerine çarpmak için 'Ne münasebet efendim? Peygamberin doğum gününü mü değiştireceğiz? Haftayı kaydırmak da neyin nesi?' diye tepki konulması gerekirken Diyanet ne yapmış? Bir hafta önceye almış, yeter ki aziz milletimiz gerilmesin diye. 14-20 Nisan'a alınmış hafta.

Ne bu? Çift maçlı eliminasyon sistemi mi? Bu rövanş atmosferi nedir? Aman 23 Nisan Egenmenlik bayramı ile Kutlu Doğum çakışmasın diye yapılan katakulli, başörtülü eşin 30 Ağustos kokteyline 'Sen git bey, ben evde otururum' tavrı mı? Bu kadar şekilci ve dar kafalılıklı nereye gideceğiz?

Şeriatçı birinin 1 Mayıs'a denk gelen ilk kurban bayramında 'Kurban kesilmez bugün, Lenin'in ruhuna gider' demesindeki absürtlüğü zorlayan bu saçma sapan karar, Diyanet'in yüz karasıdır.

Diyanet cephesinde, kabahatten büyük özür, 'gerginliği düşürmek için yapıldığı' şeklinde formüle ediyor. Bravo size. Asıl şimdi gerginlik yaratıldığının ve bunun özellikle de 'hocaefendilerden' vaazlarda gaz malzemesi olarak kullanılacağını görmüyor musunuz?

13 Şubat 2010 Cumartesi

WPP 2010 ödülleri


Amsterdam merkezli gazetecilik meslek örgütü World Press Photo (Dünya Basın Fotoğraf Birliği), 2009'un en iyi fotoğraflarını seçti. İtalyan fotoğrafçı Pietro Masturzo'nun Tahran'da çektiği (yukarıda gördüğünüz) müthiş kare, 2009'un en iyi fotoğrafı olarak belirlendi. 24 Haziran 2009 tarihinde çekilen fotoğrafta, 12 gün önce yapılan başkanlık seçiminde kaybeden Musavi yanlısı eylemlere, evlerinin çatısında katılan kadınlar görünüyor.

Özel haber, genel haberler, insan ve haberler, spor aksiyon, spor genel, aktüel olaylar, günlük yaşam, portreler, sanat-eğlence ve doğa başlıkları altında en iyi fotoğrafların belirlendiği yarışmada birbirinden güzel kareler yarıştı. Haber fotoğrafçılığının en prestijli ödüllerinden biri olan WPP'nin 2010 jürisinde Reuters'ten Ayperi Karabuda Ecer genel jürinin başkanlığını yaptı. Gökşin Sipahioğlu'nun efsanevi Sipa Ajans'ından yetişen Türkiye ve İsveç vatandaşı Ecer, şu anda Reuters'te fotoğraf bölümünün başkan yardımcılığı görevini sürdürüyor.

İlgililer için linki vereyim de oturup bakın. Alta koyduğum resim ise, doğa dalında ikinci olan kare. Greenpeace adına çalışan Britanyalı fotoğrafçı Nick Cobbing'e ait bir Grönland manzarası. Olağan dışı.

WPP - 2010 Kazananlar galerisi

12 Şubat 2010 Cuma

Sivilleşememe

Normalleşmenin de sancısı olur beyim. 'Alışmamış g.tte don durmaz' diyenlerin diline sağlık, ne güzel bir gözlem yapmışlar.

Genelkurmay Başkanı Başbuğ, halkla ilişkiler turuna çıktı. Büyük gazeteler zaten dünden sıraya girmişlerdi. Teker teker buyur ediyor haşa huzura. Diz çöken müminlerine sakin, vakur, ama aba altından sopayı eksik etmeyen asker edasıyla sıralıyor diyeceklerini. Tayyip'in ya da Hoca Fetullah'ın ya da medyayı nasıl etkin kullandığından dersini almış da ediyor ezber Orgeneral Başbuğ.

Tam da mazlum edebiyatı yapmanın zamanıdır. Bağbuğ şöyle söylemiş Habertürk'ün 'başmuharrir-i muazzaması' Fatih Altaylı beyler ve kütüphane beyin abimiz Murat Bardakçı'ya:

"Biz her şeyimizi hukuk devleti sınırları içinde yaparız. Sabrımızın taşmasından kastım şudur: Biz bütün bu olayların ve yapılanların arka planını biliyoruz. Birileri gerekeni yapar diye susuyoruz. Çünkü devlet adamıyım. Devlet adamı gibi davranmam lazım. Devlete ve hukuka saygımız var ama bunun da bir sınırı var. Sınır aşılırsa bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız"

Nalın büyüklüğünde çakmış 'SABRIMIZ TAŞARSA' diye Habertürk, ek 20-25 bin satış getiren ağız şapırtısıyla... Herkesin ne düşünüyor diye merakından öldüğü İlker Paşa'yı konuşturmuşlar kolay mı? Hem de tam da istedikleri gibi 'alaa' bir laf etmiş. Suyundan da koy Fatih'ime...

Bir saniye, hancıbaşı... Genelkurmay Başkanı'nın elinde varsa bir bilgi, bunu neden saklıyor? Hukuk var, yargı var. Neden derhal bu 'kamusal bilgiyi' gerekli mercilere iletmiyor? 'Zamanını kollamak' nedendir?

Alışmamış g.tte donun durmadığından bahsetmiştik. İşin aslı bu. Üç yıl öncesine kadar Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi grubundaki şansından üniversitelerde başörtüsü yasağına kadar 'ahkam babası' kesilen askeri personelin, kışlasına çekilmesi, bin yıllık süvari izleriyle ve 'şehitlerin kanıyla' sulanmış bu topraklarda öyle kolay değil... Hele böyle konuşmalarından gündem uman basın eşrafının olduğu medya ortamında.

Büyük yanılgılardan biri de burada bence. Asker, kendisine gösterilen 'teveccüh' yüzünden her konuda konuşmaya meyilli olmasının en önemli sebebi içinde bulunduğu büyüklük kibri değil, Türk medyasındaki asker kafasıdır. Her askeri basın toplantısını sıkıyönetim dönemindeymişiz gibi büyük bir şevkle bekleyip, 'süper lafları' büyütmek ve buradan gündem sağmak, öncelikle TSK'daki değil, medyadaki 'darbeci' kafanın değişmesi gerektiğini gösteriyor bize.

Geçen gün intihar eden Albay'ın cenazesinde herkes 'Uuuuu, Amiral ne dediiii' diye şak şak yapan eller eşliğinde nefis başlıklar bularak 'Amiral'den sert çıkış' başlığı atarken, bir insan evladı da şunu yazmıyor:

- Bir saniye arkadaşım. Kusura bakma da sana kim siyaset yapma özgürlüğü tanıyor? 'Ellerini kollarını sallayarak içeri giren teröristleri' değerlendirme selahiyeti, meclisteki MHP'de sonuna kadar var. Askerliğinden vazgeçip gidip parti kuranların var. sokaktaki herkesin var. Benim de var. Senin yok. Sen ne zaman katıldın MHP'ye? Senin intihar eden subayınla, 'içeriye ellerini sallayarak giren teröristler' arasında bağlantıyı nasıl öyle şippadanak diye kurdun? Nasıl bir geniş perspektifin var?

Kızgın ve kıvılcım saçan gözlerin, hazır cenaze dolayısıyla siyah Ray-ban'ın örtüsündeyken, 'asker gibi sert' mesajların tam sırası değil mi sayın Amiral?

Ama yok yoook. Bizim sorunumuz yıllarca kırbacınla aşk yaşayan zavallı halkımızda. Yorumunda dahi saygıda kusur etmeyen Milliyet.com.tr okurunun, Başbuğ haberine yaptığı yorumda bildirdiği gibi : 'Sayın paşam, hemen açıklayın ki herkes bilsin yerini...' (milliyet.com.tr, Sabrımız taşarsa elimizdekileri açıklarız, 12 Şubat, 11.58, shazneci isimli kullanıcı yorumu)

Önce insanlar öğrenecek. Tepeden inme demokrasi, tepeden inme sivilleşme ile ancak bu kadar.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Bir de buradan okuyun

Türkiş'in önündeki umut çömelişini küçümseyenler ve hükümet yanlısı medyanın günlerdir rayına oturtmaya çalıştığı 'Dışarıda aç gezenler varken, teeee dağılın' güdüsü yavaştan içine sinenler...

Beş dakikanızı alacağım. TDK'nin 200 bin kelime varlığıyla övündüğü güzel türkçemizin yaşayan bir numaralı üstadı ve bu dilin medar-ı iftiharı, insani ses Yıldırım Türker, 8 Şubat'ın Radikal'inde yazdıklarını okuyun. Okuyun, bir sonra dönüp 'sayın' Başbakanımızı ve de panikleyen bakanlarını dinleyin. Sonra karar verin.

Yazının tam metni linktedir; ama zihne mesajını zerk eden sanat eseri satırları kesip şuraya alayım:

***

Nitekim sol siyasetin farklı dallarından Ankaralılar, Feministler, ÖDP’liler, TKP’liler, Halkevleri, Sosyalist Parti’li, İGD’li gençler, Öğrenci Kolektifleri, Akademisyenler, Anarşistler direnişin kalbinde saf tutmaya çalışıyor. Sonunda filizlenecek bir sınıf mücadelesinin ilk adımları olarak gördükleri belli Tekel işçileri direnişini. Öte yandan CHP’sinden MHP’sine ulusalcılar, ordularından ümidi kestiklerinden beri Tekel işçilerinin zaferin tahayyülüne Tayyip’in devrilişini yazma çabasında. Onlara kalırsa yakalanmış bu fırsatla AKP’nin suyu ısıtılabilir.

Elbette bu direniş, AKP’yi de büyük bir sınavdan geçiriyor. O cenah da çalışan kesimlere karşı gelenekselleştirmiş olduğu hoyratlıkla davranıyor, Başbakan yampiri bir ‘yemezler’ raconuyla direnişe yükleniyor. Direnişçileri boş oturan baş belaları olarak nitelendiriyor. Maalesef Özal dönemini kaçırmış kavruk prens karikatürü Maliye Bakanı, ‘merhamet ettik, hatamız bu’ sözleriyle yüce arsızlık kütüğüne adını yazdırıyor.

(...)

Ama en önemlisi, AKP hükümetinin erkenden şişip rafa kaldırdığı ‘demokratik açılım’ konusunda Tekel işçilerinin örnek alınası bir durum yarattığıdır.
Türkiye’nin dört bir yöresinden gelen çeşitli dünya hali ve konumundan direnişçiler, bir arada bu toplumun üşüyen ellerini nefesleriyle ısıtıyor. Birbirlerini tanıyorlar. Birbirlerine dillerini emanet ediyorlar. Aydınlı işçiyle Batmanlı işçi birlikte yükseltiyorlar seslerini. Bir arada duruyor, bir arada eyliyorlar. Kürt işçiler, Kürtçe türkülerle kutluyor dayanışmayı. Türk işçiler, Türkçe türkülerle.

(...)

Bana en büyük heyecanı yaşatan, bu direnişte kadınların nasıl güçlü bir katılımla meydanları şenlendirdiği. Başörtülü kadınla, ‘laik’ kadının, Kürt ve Türk kadınlarının kol kola meydanları inletmesi, kutlu bir gelecek muştucusudur. Bu direnişi örgütlü bir sınıf mücadelesi olarak görmek güç elbette. Sonuçta gasp edilen haklarının peşinde ortak bir dile sahip olmayan bir kitlenin direnişi söz konusu olan.

***

Yazının tamamına gönder beni ha şuradan.

7 Şubat 2010 Pazar

Sporseverin en büyük hüznü

Küresel ekonomik kriz, yıllar sonra dünyanın dört bir yanındaki gerçek sporseverler tarafından hep farklı bir hüzünle anılacak. İşini kaybedenler, çöken bankalar, borca girenler falan hep bildik hikayeler. Ama krizin dolaylı etkisi, dünya yayıncılık tarihinin belki de en iyi spor dergisinin kapanmasına yol açtı.

Guardian Ltd'in yayınladığı pazar gazetesi The Observer'ın dört haftada bir okurlarına verdiği muhteşem dergi Observer SportMonthly, yayın hayatına son verdi. Bugün (7 Şubat) çıkan Tiger Woods kapaklı 119. ve son sayısındaki kısa önsözde, derginin artık yayınlanmayacağı resmen açıklandı.

Artan editoryal ve teknik maliyetler ile grubun içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle yayını durdurulan OSM, gelmiş geçmiş en iyi hazırlanan gazete ilavesi (ilave demek hakaret gibi oluyor!) olarak dünya basın tarihinde yerini aldı.

Çok özleyeceğiz.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Düşmüş bir Baron'a...

Sevgili Aydın,

Seninle hiç yüzyüze muhatap olmadık. Zaten aynı kuşağın ve dünyanın insanı değiliz. Zevklerimiz farklı, renklerimiz de... Para konusunda aramızda denge bulmak, Kuzey Kore ile ABD arasında politik denge aramak gibi bir şey olur: beni yüzbine katlarsın.

Henüz mesleğe adım atmadan, senin karşında yerimi belirlemiştim. Beni tanıyan herkes bilir ama işlerinin yoğunluğu nedeniyle sana iletemedim, sen de öğren. Bu zor günlerine denk geldiği için kusura bakma. Brütüs gibi olduğuma yorma lütfen.

O sıralar başını kaşıyacak vaktin de yoktu zaten, ülkeyi 'yeni enformasyona boğma' görevi sendeydi. Mesut'a taktığın kontrol iplerine odaklanmıştın, kimseyi sallamıyordun. Bir iş yaparken, başka uğraşıyı sevmezsin, farkındayım.

Hep o kare göz önüme gelir, baron. Dişlerin arasında ha düştü düşecek, ezilmiş ucu acılar içindeki puronu yudumlar gibi içine çekerken, yağlı saçlarının geriye tarandığı, gözlerinin içi gülen poz. İşler yolunda resmidir bu. Gazeteler, TV'ler, yeni yeni palazlanan internete e-kolay'la atılan adımlar, sonra petrol işi...

Bir kaç yıl sonra yaşadığın ayrı bir keyif anını da saklama bizden hadi. Milyarlık suitinde bacak bacak üstüne atarak, bir kadeh kırmızı şarabı üç saatte tüketerek bir macera filmi modunda izlediğin, el koyma operasyonu gecesinden bahsediyorum. Şahsi telefonunu dahi sessize almıştın kimse bozmasın diye bu keyfi. Vahşi Cem Uzan'ın STAR'ı lime lime devlete taşınırken, avucunun içini hafif bir kaşıntıdır almıştı.

Şişman Aydın, bilmiyorum o an aklına gelmiş miydi? Düşünüyorum da, yerinde olsam ben tasavvur ederdim. 'Benim başıma da böyle bir şey gelir mi? Önlemlerimi alayım' diye... Tilkisindir, 'Bu işleri bana öğretme' üst bakışı mizacındır. Ama pek işe yaramadı galiba. Hürriyet'teki tüm yaranma operasyonları, canavarı doyurmaya yetmedi. Öyledir ama bu işler. Büyük denizin büyük balığı olur.

Başa dönelim. 'Aydın Doğan medyasından sonuna kadar uzak duracağım' sözümü Allah'a bin şükür ki, üstelik bu kadar sıkıntılı ve alternatifsiz bir iş kolunda sana muhtaç olmadan tuttum. Senin işlerine girmedim.

Ha, evet. Beş parasız kaldığım 2004 yazında, bir arkadaşım askere gidince onun yerine iki-üç yazı yazdım Hürriyet'e. Girmeme yemini ettiğim 'Amiral gemisinin' kamarasına adım attım bir iki kez zorunluluktan. Ama bu çok kısıtlı ve zorunlu hizmet, ne fark yarattı, ne de bir etki bıraktı. Bana 400 kağıt falan yatırdı muhasebe bu iş karşılığı. Lazımsa geri verebilirim.

D Spor'da falan işler yaptım. Ama orası pek senlik bi yer değil. Haberin bile yoktur öyle bir işin olduğundan. Gönül eğlendirmeye, maç yorumlamaya geldiğim CNN Türk ziyaretleri ise parasal bir ilişkinin dışındaydı. Arkadaşlarıma yardımcı olmaktı niyet. Zaten yorumcuydum, adı üstünde.

Şimdi 'küçülmekten' bahsettiğini duyuyorum. Dün gördüm Milliyet'i satmışsın Koza'ya. Galiba tam olarak bitmedi o iş. Flaş giren haberler geri çekilmiş sitelerden. Önemli değil, olacağı odur, er ya da geç. Satacaksın mecburen bazılarını. Haddinden fazla kiloyu çekmez bu bünye. Zayıfla biraz.

Küstahça bulacağın bu satırlarımı bitirmeden bir de itirafta bulunayım. Başbakan'ın isim vererek sana yüklenmesi de haksızlıktı. Sinirlendim. Hayatımda bir konuda da olsa senin yayında yer alacağım aklıma dahi gelmezdi. Vergi borçlarını bilemem, onun çıkıp hesabını verirsin. Ama Tayyip'in yandaş medyasını güçlendirme adına sana Allah ne verdiyse yüklenmesi, benim de içimi acıttı. Oy kokan pis hareketler bunlar.

Baron Aydın. Hey gidinin Baron Aydın'ı. Şimdi... Yürü ve eğ kafanı biraz. Kalın enseni görelim.

5 Şubat 2010 Cuma

Manşetin ağırlığı


Daha önce Habertürk'ün bu Ahmet Ünlü (Cübbeli) takıntısı hakkında yazmıştım biliyorsunuz. Hala çıkarıyorlar mı ekrana bilmiyorum, ama adamın popüler kimliği yüzünden olur olmaz habere konu olması ciddi ciddi can sıkmaya başladı.

Sabah, ciddi bir gazete. Ama bu kadar hafif bir haberi, gündemde Emasya protokolü, meclisteki kavganın sıcaklığı, Tekel için yapılan eylemler gibi bir ton olay varken, şu haberi üstelik de abartarak manşetten 'olaymış' gibi vermenin en hafif tabirle, ahlaki olmadığını düşünüyorum.

Üç ay önce ameliyat olan Ahmet Ünlü'ye CHP Genel Başkanı Deniz Baykal geçmiş olsun demiş. Dincilere mesafeli Baykal'ın basabayağı şeriatçı Cübbeli'ye geçmiş olsun mesajı tabii ki 'eğlencelik' bir haberdir. Ama ne manşette olduğu gibi açılımdır, ne de böyle 'vay anam vaaay' diye değerlendirilecek bir olaydır.

Kaldı ki, benim sinirlendiğim haberin manşetin altındaki spotuna yedirilen metne baktığınızda, sanki hususi bir telefon açıp da konuşmuş imajı var. Oysa ki, haberin devamında da ayrıntılandırıldığı gibi, olay üç ay önce AKP'li bir vekil ile telefonda konuşan Baykal'a vekilin 'Yanımda Ahmet Hoca var. Ameliyat oldu. Bir geçmiş olsun deyin isterseniz' demesiyle gerçekleşmiş gayet insani, senlik-benlik bir 60 saniyelik muhabbet. O kadar.

Manşetin hayvan puntolarıyla gözümüze çaktığı gibi açılım maçılım değil. Medyada çok sık yapılan 'büyüt hoca o haberi, konuşturur' saçmalıklarından biri. Kutu olacak haber, manşete girmez kardeşim, ayıptır.

Ayrıca Türkçe'deki güzel kelimelerden biri olan açılım ifadesinin olur olmaz kullanımından artık kusma noktasına geldik, yeter yahu! Guiza açılımı, Bahçeli açılımı, Alevi açılımı, maaş açılımı, seks açılımı, Deniz Seki açılımı, ot açılımı, b.k açılımı. Nedir bu başlık kolaycılığı abi? Niye bu kadar ucuz bu işler? Sözcü gazetesi yapsa gam yemeyeceğim... Güya büyük gazetesin, yazık be.

3 Şubat 2010 Çarşamba

Bahçeköy'ün yolu taştan

Önümüzdeki ayın ortasında Şişli'den Sarıyer-Bahçeköy'e taşınalı iki yılı dolduracağım. Galiba burada oturmanın 'şehir keşmekeşine rehabilitasyon' dışında bir faydasını daha gördüm: Kitap okumaya vakit ayırma... Şişli'deyken yolda-izde kitap okuma durumum pek olmuyordu, ama Bahçeköy'e geçtikten Beşiktaş'tan eve ortalama 40-45 dakika süren yol boyunca sonra okuduğum kitapları şöyle bir sıraladım, Fizan'a yol oldu. Belki merak edenler olur diye de, e-yazıt'a ilginç bir yazı konusu haline getirdim. Keh keh.

Kabaca, yukarılara çok beğendiklerimi koyduğum Bahçeköy yolunda okunan kitapların bir resmini çektim. Hepsini listelemektense, isteyen resmi büyütsün ve baksın deyu...

Kütüphanemde hayli ağırlığı bulunan şanı yüksek İletişim Yayınları, 8 kitapla bu dönemin başını çekerken, YKY 4, Çitlembik, Parantez ve Metis de 3'er kitap satıvermiş bana. Bir ara arka arkaya okuduğum Bukowski'nin 7 kitabı ise, yazar dağılımında Kaliforniyalı manyağı ilk sıraya taşımış. Eduardo Galeano babacan da dört kitabıynan katkı yapmış fani dağarcığa. Bahçeköy yollarına Murat Belge, Eric Hobsbawn ve Edward Said üstadlarımızın ikişer kitabından satırlar dökülürken, kitaplar arasında tek roman olarak da Adam Fawer'ın çok satan Olasılıksız'ı kalmış garip gibi. Ağırlığı anılar ve araştırmalar almış...

Üç baba hindiye gelince... Erken Kaybedenler, Okumanın Tarihi ve Zamanın Ağızları.

(Haa, bu arada 39 kitap var resimde. Aslında 40 kere maşallah, ama 40. kitap olan Alain de Botton'un Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı, Caner Efendi'de (Eler) olduğu için şu aralar, fotoğraf çekimine katılamamış kendisi... Allahtan ki, o kitabı blogumuzda tanıtmışız zaten geçmiş günlerde. Dileyen geriye gidip bakar)

1 Şubat 2010 Pazartesi

Fransa'nın zaferi

Hentbol'da Avrupa Şampiyonası tamamlandı. Fransa, Pekin yarı finali ve geçen yılki dünya şampiyonası finali (üstelik Zagreb'de) tekmelediği Hırvatistan'ı yine yenip işin suyunu çıkardı. Tek not aktarıp, ilgilenenleri sporstudyosu.com'a yazdığım yazıyla başbaşa bırakacağım: Fransa, aynı anda olimpiyat, dünya ve Avrupa şampiyonluğu unvanını elinde tutan tarihteki ilk ekip oldu.

Finali TRT'nin vermesi, bugüne kadar hiç sallamadıkları uluslararası hentbolu görmeleri açısından iyiye işaret. Gelecek spor kanalının işareti bunlar. Bir de anlatım iyi olsa güzel olacak ama...

Sporstudyosu.com'daki yazı için tıklayın