26 Aralık 2009 Cumartesi

Bilge adamın yeni kitabı

Uruguaylı yazar Eduardo Galeano için 'dünyanın vicdanı' tanımını kullanmıştı bir kaç hafta önce Radikal Kitap. İşte o vicdan, dile gelmiş yine, harika metinler ortaya koymuş, ne olup olmadığımıza dair. Sel Yayınları'ndan çıkan Galeano'nun yeni kitabı Aynalar'ı ilk haftasında aldım ve dün bitirdim.
Kitap, Madrid'de 2000 yılında sergilenen 'Canavarlar ve Hayali varlıklar' adlı gravür sergisinde çeşitli yaratıklarla bezenmiş. Sayfaların içinde minik minik fink atıyor bu çizimler. Ve ilginç bir tad oluyor kitabı okurken.

Galeano, o kendine has metin gücüyle yine genelde yarım sayfayı aşmayan kısa metinlerle bir bütüne ulaşıyor. Adem Peygamber'den başlayıp soykırımlar, dinler, diller, insanlar, efsaneler, haksızlıklar, büyük insanlar, spor, sanat, müzik, neredeyse yaşamın içindeki her uca dokunuyor.

Rastgele seçtiğim bir tane yazıyı alıyorum buraya, nasıldır bilin diye...

Marketing
Yirmili yılların sonlarında bir reklam şu haberi davul çalarak duyurdu: Siz uçabilirsiniz! Kurşunlu benzinle daha süratli gidilebiliyordu ve hayatta diğerlerlerinden daha hızlı gidenler kazanıyordu. Afişlerde kaplumbağa hızında giden bir arabanın içindeki utanç duyan çocuk görülüyordu: Hadi baba, herkes seni geçiyor!

Kurşun katkılı benzin Birleşik Devletler'de icat edildi ve reklam bombardımanıyla birlikte bütün dünyaya Birleşik Devletler tarafından dayatıldı. 1986'da bu ülkenin hükümeti, onu nihayet yasaklamaya karar verdiğinde, o güne kadar gezegen üzerinde zehirlenmeye maruz kalan kurbanların sayısını hesaplamak imkansızdı. Şurası bir gerçek ki, kurşunlu benzinin yılda beş bin Birleşik Devletler vatandaşını öldürdüğü ve altmış yıl boyunca milyonlarca çocuğun sinir sistemine ve akıl düzeyine zarar verdiği herkesçe biliniyordu.

Bu durumun baş suçluları General Motors'un üst düzey yöneticileri Charles Kettering ve Alfred Sloan'dı. Ancak bu beyler tarihe hayırsever olarak geçtiler, çünkü büyük bir hastane yaptırdılar.

22 Aralık 2009 Salı

Şeriat lafazanı

20 Aralık, İstanbul. Odada dört kişiyiz. Ben ve 'kahraman' rumuzlu şahıs, yan yana... İki tanık daha. Hızlı konuşma yetisi üst düzeyde olan bir kimse, kahraman. Sanki az sonra kendisini öldürmeye geleceklermiş de diyecekleri içinde kalacakmış gibi, bilgisini/diyeceklerini/mesajlarını bir çırpıda, hızla ve en gereksiz ayrıntılarına varıncaya kadar dinleyeninin beynine işlemeyi, zaman zaman fütursuzca olsa da daima bir şevkle yapıyor.

Kahraman, temelde dini büsbütün bir kardeşimizdir. Pek böyle değildi ama, hep ufak da olsa bir hınçla doluydu, inançsıza, kafire, gavura. Ama görmeyeli iki yılı aşkın zaman olmuş. Bu süre içinde Vakit gazetesinde köşe yazan fikir babalarına taş çıkaracak pek faideli bilgiler edinivermiş ve basbayağı bir cihat bayrağı altında 200 kişilik güruh toplayacak kıvamda hissediyor kendisini.

Allah bana okkayla sabr-ı cemil ihsan etmiş. Bunu çok daha net hissettim o gün, şükür. Aşağıdaki inciler, kahramanın dudakları arasında besmelesiz savrulurken iki saat boyunca, 'la havle'yi içten çekip gaza gelmedim ya, daha da pek az koşulda 'tutmayın lan beni' hissiyatına girerim. Kesin.

Dindar hayatına yıllarca müdahale edilmenin ağzına kadar doldurduğu kahramanın dillendirdiği beni dehşetlere salan fikir ve zikirlerinden bazı örnekler:

- Yılbaşı bu yıl cuma gecesine denk gelmiyor mu, deli oluyorum birader. Allahsızlar içecek mübarek cuma gecesi. (Fikir geliyor karşıdan 'Devlet dediğin iki gün sonraya alacak yılbaşı kutlamasını. Cumartesi'ye. 'Olur mu öyle şey?' diyorum. 'Olur. Suudi Arabistan'da yılbaşı mı var? Bak bakalım?' cevabı geliyor. Bu cevap üzerine söylenecek tek bir harf yok yeryüzünde. Susulur...

- (Bana dönerek) Wikipedia mı? Ona mı giriyorsun bir şey ararken. Ben de bazen bakıyorum. Ama Yahudilerinmiş o site! (Böyle bir istihbarat uydurulur mu, uydurulur. Ama uyduran insanın g.tünü gerçekten merak ediyorum. Nasıl bir g.t öyle...)

- Otobüste geliyorum geçen gün eve. 15-16 yaşında iki öğrenci. Liseli. Sarılmışlar otobüste. Bu ne ya? Vurucaksın ağzına yüzüne. Şerefsiz çocuklarına hiç mi terbiye verilmiyor?

- Yemen'de sorun çıkarıyor şimdi ABD'de. Kafir çocukları Irak'tan doymadılar. Şimdi Suudi Arabistan ile Yemen'i birbirine düşürüyor. Müslümanı müslümana kırdırıyorlar işte. (Doğruluğunu sorgulamıyorum, ama dikkatinizi çekerim; kırdırıyorlar. Varsayalım böyle - ki ABD'nin bu konuda sabıkasından herkes haberdar - din kardeşlerimizin en ufak bir hatası yok. Onlar hiç gerizekalılık yapmıyorlar.)

- İran'da Ahmedinecad da ABD'nin adamı abi. O da ılımlı. Molla falan göründüğüne bakma. Dinle falan çok alakası yok. Ben İran'a gittiğimde orada İsfahan'lı bir çocuk vardı, onla konuştum. Hep danışıklı dövüş bunlar.

- Libya çok zengin abi. Yıllarca parayı kullanamamışlar. Şimdi uyanmışlar. Koca ülke 7 milyon nüfus var. Kaddafi şimdi sermaye çekiyor. Orada iş yapmak lazım. (Git, git de gör ebenin örekesini...)

Aklımda kalanlar bunlar. iki saat boyunca bir mevzu döndü anlatamam. Sanal dünyasında şeriatın izin verdiği ölçülerde her bir güncel olay fetvalandı, bilmeyenler aydınlatıldı.

Ben laik lafazanlardan saldırgan, saçmalayan, paranoyak ve hastalıklı olanlarına çok denk geldim. Ama görüyorum ki, dinci cephedekilerdekiler de boş durmamış, zırva ve tahammülsüzlük konusunda bir hayli yol almışlar.

İki grup da üstün yapıştıcı baliyi çekmiş, kanatları takıp uçmuş. Hiç bir şey anlatmaya kalkmayın. Sakın.

18 Aralık 2009 Cuma

Kiribati: Bir ülkenin kıyameti


Dünyamız Detay'da (TRT Türk, 17 Aralık Perşembe akşam bülteni) gördüğüm bir haber içimi burktu. Öğrendim ki; küçükken merakla incelediğim dünya atlasındaki en minik noktalardan biri Kiribati, sular altında kalmaya yakınmış. Danimarka'da süren küresel ısınma konferansında gelişmekte olan ülkelerle G-7'ler arasında bir türlü anlaşma sağlanamazken, olanlar küçüklere oluyor. Filler oynaşırken, çimenler eziliyor.

Kiribati, Avustralya'nın kuzey doğu açığında Büyük Okyanus'ta yer alan bir mercan ada devleti. 100 binin biraz üzerinde nüfusa sahip ve yalnızca 30 yıl önce Birleşik Kralllık'tan bağımsızlığını kazanmış bir şirin ülke. Ülkede 4 bin telefon var, tek bir TV kanalı, bir de çoğu çiftçilikle geçinmeye çalışan fakir ama onurlu insanlar.

Küresel ısınma sonucu su seviyesinin yükselmesi ile dünyadan silinecek ilk ülke hesaplamalara göre Kiribati olacak. Çünkü bu ülkenin en yüksek noktası 4 metre. Yani neredeyse tamamı deniz seviyesinde. Halkı toplu göçü kabul etmek zorunda. Vatanlarını terk edeceklerini ülkenin Cumhurbaşkanı'nın ağzından duyuyoruz programda... 'Hazırlanıyoruz' diyor Cumhurbaşkanı Anote Tong, 'Yakın gelecekte facia yaşamamak için yaşayacak bir yer bulmalıyız'...

Kopenhag'daki konferansta özel bir oturuma konu olan ve 11 kişilik bir delegasyonla sesini duyurmaya çalışan Kiribati'nin sesi maalesef bu kadar çıkıyor işte.

100 bin kişi kalkacak, yakındaki büyük Avustralya'nın kapısını çalacak bir gece ansızın. 'Bizi kabul eder misiniz?' diyecek, 'Eşikte de yatarız. Ne iş olsa yaparız.'

Acı olan, tüm anılar ve yaşanmışlıklar mercan adalarıyla birlikte büyük okyanusun yüzlerce metre derinliğine gömülecek. Torunlara denizin dibi gösterilecek ziyaretlerde...

----
Merak edenler için bu küçük ülkeyle ilgili ansiklopedik bilgiler aşağıdaki linkte.... Bir ekleme daha: Yerel halk ülkenin adını 'Kiribas' diye okuyor, Kiribati değil. Takımadaların ismi, en büyük parça Gilberts'ten geliyor.
KIRIBATI - Ülke istatistikleri (İngilizce)

Küresel ısınmanın Kiribati'ye etkileriyle ilgili hükümetin kurduğu web sitesi:
CLIMATE CHANGE IN KIRIBATI

17 Aralık 2009 Perşembe

Bu tarza bir ad bulalım: Altaylesk

Habertürk TV'nin TV haberciliğinde yeni bir soluk olacağını düşünenler, bir parça yanıldı. Orta-popülist, haber formatından sıkılan Türkiye için daha renkli ve 'zirve' BBC'den ziyade daha bir 'halka inen' bir enformasyon kanalı yaratıldı. Bir ihtiyaç mıdır? Kesinlikle. İnsanların haber yelpazesinin genişlemesi için popüler işlere de gerek duyuyoruz.

Zaten reyting ölçümüne girmesi, devamlı 'en çok izlenmeye' vurgu yapması, anlasın-anlamasın her konuyu sürekli ekranda duran alt bandıyla halka danışması (popülist yayıncılığın bir numaralı göstergelerinden biridir), akşam kuşağını Hülya Avşar'a teslim etmesi Habertürk'ün popüler habercilik politikasının işaretleri.

Ancak bu popüler yayıncılık zaman zaman ciddi boyutta sapmalara ve rahatsız edici 'reyting azgınlığını' dışa vuran seçimlere sebep oluyor, bende ciddi bir bayağılık hissiyatı yaratıyor bu, itiraf edeyim.

Amiral Fatih Altaylı'nın böyle bir tarzı olduğunu ciddi ciddi düşünmeye başladım artık. Bu resmen adamın bir politikası gibi. Sıkıştıkça Zekeriya Beyaz, Haydar Dümen, Yaşar Nuri Öztürk ve bilumum 'reyting kurtarıcısı' kişiliklerden medet ummak. Hatta Berlusconi'yle yatmaktan başka hiç bir özelliği olmayan bir kadınla özel program yapmak.

Kanal yayına başladığında iki günde bir ekrana çıkan Yaşar Nuri Öztürk ile yollar ayrıldı. Ama tarz sürüyor. Bol reaksiyon olacağı garantisiyle Ali Rıza Hoca'nın İslami cinsel yaşam üzerine haftalık vaaz (dikkat buyurunuz, bir haber kanalının 20.00-22.00 kuşağından bahsediyoruz!) dinletilerine mecbur bırakılan izleyiciye, çeşitlilik olarak Haydar Dümen'in püsürmüş önerileri, Zekeriya Beyaz'ın absürd fetvaları, ya da sakalı yere değen atraksiyonel hocafendi Cübbeli Ahmet Ünlü'den inciler dizip seyirciyi şaşırtıvermek...

Ahmet Ünlü'nün kendisiyle ilgili bir mevzu olur, çıkarıp konuşturursun. Herkesin söz hakkı vardır elbet. Ama adamı her ay bir kez konuk edip de aylık 'Ulusa va'z-ü nasihat' yaparsan, ortalık leş gibi reyting kokusundan geçilmez. Saygınlık gider, ciddiyet gider.

O yola girmek kolay. Yaparsın bir 'Erman Toroğluvari konuklar' listesi, sırayla her akşam birini alırsın. Çok daha heyecan verir izleyene. Bol mevzu, bol kavga, bol gürültü, bol sürpriz, bol reyting... Habertürk TV de büyür böylece. Büyür, büyür, ve daha da büyür.

Bu akşam en çok izlenen saatte damdan düşer gibi Masonluk tartışması görünce aklıma geldi bunu yazmak. Her gün, derin dondurucudaki temcit pilavlarından birini ısıtılıp önümüze koymayın. Aklıma hep 28 Şubat dönemindeki Medyum Memiş, Ali Kalkancı gibi garip tiplerin olduğu programlar geliyor. Sahi, onları da mı Fatih Abimiz teke tek alıyordu?

10 Aralık 2009 Perşembe

Özensiz habercilik

NTVMSNBC, sık girdiğim bir site değil artık. Ama Türkiye'yle ilgili bir haber bakacaksam, tıklarım. Bursa'daki grizu faciası haberiyle ilgili girdim bu gece. Habere baktım, sitenin sağına soluna göz gezdirirken, çok özensiz bir iş dikkatimi çekti spor sayfalarında.

Bugün İstanbul'da başlayan Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası ile ilgili Türk sporcularından gelen haberler sıralanmış başlıklar halinde. Hepsini bir haberde toplamak daha mantıklı ya; o ayrı. Tercih meselesi, adamlar ayrı haberle fazladan tık hedeflemiş olabilir. Tamam.

Ama be abicim hepsini 'elendi' başlığıyla vermek sıkılmaktan mıdır, aceleden midir, gözden kaçma/dikkatsizlik midir, nedir gözünüzü seveyim? Neden başlıklara özen gösterilmez? Başlık haberi satan öğe değil mi a benim canlarım?

9 Aralık 2009 Çarşamba

De Botton


Alain de Botton. Son okuduğum kitabın İsviçreli yazarı. Adamın Türkiye'de kalın bir kitlesi varmış meğerse, biz bilmiyormuşuz. Yazıkmış.

Türkiye'deki okurlarının ilgisinden dolayı orjinalinden önce Kasım 2008'de Türkçe'de ilk baskısını yapan 'Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı'nı bitirdim. Çok keyifli bir dil ile, ilk bakışta 'sıkıntı veren' bu kitabı hayli eğlenceli hale getirmiş. Kitap, bir takım farklı meslekler özelinde çalışma ve üretmenin üzerine kafa yoran ilginç bir kitap. 300 sayfalık kitap, Richard Baker'ın 100'ün üzerinde siyah beyaz fotoğrafıyla bezenip, ayrı bir sanat icra edilmiş.

Kitabın içinde incelenen meslekler şunlar: Kargo gemisi gözleme, Lojistik, bisküvi yapımı, kariyer danışmanlığı, roket bilimi, ressamlık, aktarım mühendisliği, muhasebecilik, girişimcilik ve havacılık.

Kitaba nokta koyan şu cümleler içine dair bir fikir damlatır:

İşimiz hiç olmazsa bizim aklımızı başka yere çeker, bize mükemmellik umutlarımızı yeşerteceğimiz harika bir sabun köpüğü sağlar, ölçüsüz endişelerimizi nispeten daha küçük çaplı ve başarılabilir bir kaç amaca yoğunlaştırır, bize üstünlük duygusu verir, saygıdeğer bir şekilde yorar bizi, masaya yemek koyar. Bizi daha büyük dertlerden uzak tutar.

6 Aralık 2009 Pazar

Sporda inovasyon


Geride bırakmaya hazırlandığımız 2009'un spor pazarlama alanındaki en önemli kahramanı, ağustos ayında Berlin'deki Dünya Atletizm Şampiyonası'nın maskotu Berlino idi kuşkusuz. Bir mite dönüşen Berlino, şampiyonanın yıldızı Usain Bolt'u da etkilemiş ve tişörtündeki mesaja da konu olmuştu, hatırlanacağı üzere...

Bununla birlikte iki muhteşem icattan bahsetmek istiyorum size. Sporu pazarlamak için yalnızca kural değişiklikleri, sansasyonlar ya da yıldız isimler kullanılmıyor. Artık mekanlar da ön plana çıkmaya başladı. Gerçi bu işe çok para akıtan sponsorların etkisi biraz işin rengini kaçırsa da, ortaya çıkan iş, kalite açısından genelde iyi oluyor, bunu kabul edelim.

İlk örneği geçen hafta ATP Dünya Turu finallerinde görmüştük. Sezonun en iyi 8 tenisçisini bir araya getiren organizasyon, 17 bin kişilik salonda bu kez tam bir görsel şova dönüştü. Mavinin tonlarının kullanıldığı bir bilgisayar oyunu gibi tasarlanan turnuva, ışık oyunları ve grafiklerle tam anlamıyla bir görsel şova dönüştü. Bunun sonucunda da son yılların en çok ilgi gören tenis organizasyonlarından biri ortaya çıktı.

Bir diğerine Prof. Dr. Uğur Erdener'in başkanı olduğu FITA (Uluslararası Okçuluk Federasyonu) imza attı geçtiğimiz aylarda. Eylül ayında yapılan Dünya Kupası'nın son ayağı Kopenhag'ın kent merkezindeki ünlü Nyhavn Kanalı'nda düzenlendi. Klasik yeşil arazi okçuluğunun dışındaki bu uygulama ile hem yerel halkın ilgisi arttı ve eşsiz bir tanıtım fırsatı doğdu, hem - çoğu türk şirketleri olan - sponsorlar bayram etti, hem de sporcular için harika bir deneyim oldu. Öyle sanıyorum ki resimler, demek istediklerimi çok iyi anlatıyor.

Bazen, işleri rutinden çıkarmak monotonluğu giderir. Yeter ki iş su üstünde basketbol oynatmaya falan gitmesin, sporseverler olarak bu gibi yeniliklere her zaman açığız. Tebrik ederiz.

1 Aralık 2009 Salı

Bir ustayı hatırlamak

'Neymiş' isimli köşesini tam 52 yıl yazan Cumhuriyet'in eski spor müdürü duayen Abdülkadir Yücelman'ın vefat ettiği bugünde, bir başka duayen ile ilgili çok güzel bir kaynak buldum. Yaklaşık iki yıl önce aramızdan ayrılan Cüneyt E. Koryürek hakkında yapılmış çok kapsamlı bir web sitesi. İlgilenenlerin hayli hoşuna gideceğini düşündüğüm bu siteye bakmanızı tavsiye ederim. Hazırlayanların eline sağlık...

www.cuneytkoryurek.com